2 Mayıs 2020 Cumartesi

Bitinya Krallığı

Bitinya Krallığı

Bitinya Krallığı veya Bitinya MÖ 377 ve MÖ 64 yılları arasında Nikea (İznik) başkentli, İzmit Körfezi, İstanbul, Sakarya ve Bursa arasında kalan bölgede hüküm sürmüş, Trakya kökenli Bitinler tarafından kurulmuş devlet.
Antik Çağ ve Roma İmparatorluğu döneminde Marmara Denizi'ni çevreleyen Nicomedia, Chalcedon, Cius ve Apamea pek çok kenti kapsayan verimli topraklara sahip bir bölgedir. Strabo, Antik Anadolu coğrafyasını anlattığı Geographika adlı eserinde Mithridates Eupator'u yenen Romalı komutan Pompeius'un yıktığı Pont krallığının Karadeniz ve Kalkedon ağzına kadar olan bölümlerini Bitinya krallığının idaresi altına verdiğini [2] bu bölgede Bitin adlı bir halkın yaşadığını bildirmiştir.[2] Sahil bölgelerinde oldukça verimli vadilere sahip olan bölge genelde dağlık ve ormanlık alanlarla kaplıdır. Sahil bölgelerinde oldukça verimli vadilere sahip olan bölge genelde dağlık ve ormanlık alanlarla kaplıdır. En önemli dağ antik Mysia'da yer alan Bursa Uludağ'dır

Tarihi

Bölge adını Thak kökenli Bitinler'den almıştır. Herodot, Bitinler'in Trakya'dan Anadolu'ya geçtiğini belirtmektedir.[3] Bu kavimler MÖ 11. yüzyıl civarında bölgeye göç etmişlerdi. MÖ 7. yüzyıldan itibaren Lidya içerisinde yer alan Bitinya bölgesi, MÖ 513 / 512 yıllarında I. Darius'un Trakya seferinden sonra, Hellespontus Frigyası'na bağlandı. Büyük İskender'in MÖ 334 yıldındaki Granikos Savaşında Persleri yenmesine kadar da onların yönetiminde kalmıştır.
Büyük İskender'in komutanı Kalas bölgeyi ele geçirmeye çalışmış, Botiras'ın oğlu Bas Kalas'ı yenmiştir. Bas'ın oğlu Zipoites zamanında Bitinya Krallığı, sağlam zeminler üzerine oturtulmuştur. Onun oğlu I. Nikomedes zamanında ise ülke sınırları genişlemiştir.
MÖ 74 yılında IV. Nikomedes krallığı bir vasiyetle Roma İmparatorluğu'na bırakınca, Roma egemenliğine giren bölgeyi Gnaeus Pompeius Magnus tarafından MÖ 64 yılında oluşturulan Bitinya - Pontus Eyaleti'ne bağlanmıştır.[4][5][6]

Bitinya Kralları

Bas (MÖ 377 - MÖ 327)
Zipoites (MÖ 327 - MÖ 279)
I. Nikomedes (MÖ 279 - MÖ 250)
IV. Nikomedes (? - MÖ 64)

26 Ocak 2019 Cumartesi

Yürüyen Köşk


Tarih 21 Ağustos 1929...
Ulu önderimiz Atatürk İstanbul'dan Bursa'ya gitmek için Ertuğrul yatıyla yola çıkar. Her zaman Mudanya yolunu tercih eden Atamız Marmara Denizi'nde gezinirken yolu Yalova sahillerine düşer ve birden asırlık bir çınar ağacı gözüne çarpar. Atatürk, hemen sahile çıkar ve çınar ağacına sırtını dayayarak gölgesinde bir süre dinlenir. Ve ayağa kalktığında yanındakilere çınarın hemen yakınında bir ev (köşk) yapılması talimatını verir. İşte o gün inşasına karar verilen o ev daha sonra YÜRÜYEN KÖŞK adını alacaktır.

Atatürk bir gün yapımı hızla süren köşkün inşaatını ziyaret eder ve ulu çınar ağacının dallarını budamaya çalışan bir bahçıvanla karşılaşır. Hemen bahçıvanı yanına çağırır ve bunun nedenini sorar. Görevli bahçıvan ağacın dallarını uzayarak binanın duvarlarına dayandığını söyler. Atatürk bu cevaptan tatmin olmaz ve bugün bile insana inanılması güç görünen bir emir verir: "AĞAÇ KESİLMEYECEK, BİNA KAYDIRILACAK."

O günün şartlarında mucize yaratmayı gerektiren bu görev İstanbul Belediyesi'ne intikal eder. Belediye Fen İşleri Yollar-Köprüler Şubesi'nin sorumluluğunda Başmühendis Ali Galip Alnar teknik elemanlarıyla birlikte Yalova'ya gelerek çalışmaya başlar.

8 Ağustos 1930 tarihinde önce bina çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılıp yapının temel seviyesine inilir. İstanbul'dan getirilen tramvay rayları döşenir. Milimetrik çalışılarak bina yapı altına sokulan raylar üzerine oturtulur. Artık binanın raylar üzerinde kaydırılarak çınar ağacından uzaklaştırılması aşamasına gelinmiştir.

Güzel ve sıcak bir yaz akşamında Atatürk ile birlikte kardeşi Makbule Atadan, Vali Vekili Muhittin Bey, Emanet Fen Müdürü Ziya bey ve Cumhuriyet Gazetesi Baş muhabiri Yunus Nadi nezaretinde bina 4.80 metre civarında kaydırılır. Bu olağanüstü ve riskli iş 10 Ağustos tarihinde tamamlanır ve ulu çınar ağacının dalları kesilmekten kurtulur.

Köşkün kaydırılması olayı 10 Ağustos 1930 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde aynen şu şekilde yer almıştır: "Gazi Hazretlerinin Yalova'daki köşkünün yürütülme ameliyesi dün muvaffakiyetle icra ve ikmal edilmiştir. Kendileri de bu ameliyeye bizzat nezaret etmişlerdir."
O tarihte belki gazeteyi okuyanlar ülkenin içinde bulunduğu sorunlar içinde bu olayın ne ifade ettiğini anlayamamış ya da hayretle karşılamış olabilirler. Oysa o devirde ne ozon deliği vardı, ne global (küresel) kirlenme, ne asit yağmurları ne de orman katliamları. ÇEVRENİN ÖNEMİ onun haricinde dünyadaki hiçbir ülkenin devlet başkanının gündeminde bile değildi. O yalnızca bir milletini özgürlüğe, bağımsızlığa kavuşturan bir lider değil, bir karış toprağını, bir tutam yeşilini korumak için mücadele veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tü.

Ancak ulu önder Atatürk'ün doğa sevgisi ve çevre anlayışının sembolü YÜRÜYEN KÖŞK yakın zamana kadar gerekli bakım ve onarımın yapılmaması nedeniyle harabe haline gelmiş ve içinde yaşanan anılarla birlikte yok olacağı günü bekliyordu. Dönemin Çevre Bakanı Dr. İmren Aykut bir Yalova seyahatinde şahit olduğu bu üzücü durum üzerine bakanlığı harekete geçirerek değerli mirasın gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için çalışmalar başlatır. Yürüyen Köşk, 26 Ağustos 1998 tarihinde aslına sadık kalınır restore edilmeye başlanır.
Yürüyen Köşk, Kültür Bakanlığı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 12 Temmuz 1980 gün ve 12238 sayılı kararı ile korunması gerekli Kültür ve Tabiat Varlıkları arasında sayılmış ve tescili yapılmıştır.




25 Ocak 2019 Cuma

Çanakkale’de ne işi varmış?


Cumhuriyet’in ilanından sonra İstanbul'da bir resepsiyon verilir. 
Tüm dünya ülkelerinin elçileri davet edilir. Davet güzel bir şekilde devam etmektedir fakat İngiliz ateşesi olan Binbaşının bakışları Mustafa Kemal Atatürk'ün gözünden kaçmaz.
Davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk, ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir.
Yaver, Mustafa Kemal'e şöyle der:
- Paşam kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana Mustafa Kemal Atatürk'ün Çanakkale'de babasını öldürdüğünü söyledi.
Atatürk'ün cevabı: 
Git sor bakalım babasının Çanakkale'de ne işi varmış? ... 

24 Ocak 2019 Perşembe

ATATÜRK’ÜN DOĞA VE ÇEVRE ANLAYIŞI



Atatürk doğayı çok sevdiği gibi ağaçlandırmaya da önem veren bir insandı. Atatürk’ün doğa sevgisi, babasının ölümünden sonra annesi ve kardeşiyle beraber Selanik yakınlarındaki dayısının çiftliğine yerleşmesi ile başlamıştır. Atatürk burada kazandığı bitki ve hayvan sevgisinin etkileri yaşamının ilerleyen bölümlerinde artarak devam etmiştir.

Atatürk’ün doğayı ve ağacı sevmesinin en belirgin örneklerinden bir tanesi Ankara’da bulunan Atatürk Orman Çiftliği’dir. Atatürk 1915 yılında kendi aylığını kurarak çiftliğin bugünkü yerini satın almıştır. Ortasından demiryolu geçen bataklık arazi, Atatürk’ün diktirdiği ağaçlar ve planladığı çalışmalar ile bugünkü halini almıştır.

Atatürk’ün doğa ve ağaç sevgisi Ankara ile sınırlı değildir tabiî ki. “ Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer” sözüyle doğaya ne kadar önem verdiğini vurgulamıştır. Atatürk’ün en önemli amaçlarından bir tanesi tüm ülkeyi ağaçlandırmak ve yeşillendirmek olmuştur.

İşte Atatürk’ün doğa sevgisini anlatan güzel bir hikâye;

        Atatürk bir gün Yalova’daki çiftliğe gittiğinde, Köşk'ün hemen yanındaki çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan  bir  bahçıvana rastlar.  Hemen  bahçıvanı yanına çağırarak bunun nedenini sorar.
        Bahçıvanın ağacın  dalları  uzamış ve  binanın duvarlarına dayandığı için kestiğini söyler. Atatürk, Bunun üzerine ağacın kesilmeyip binanın yerinin değiştirilmesini emreder. 8 Ağustos 1930 tarihinde önce bina çevresi kazılır. İstanbul'dan  getirilen  tramvay rayları döşenir. Santim , santim   çalışılarak  bina  yapı altına sokulan raylar üzerine oturtturulur ve  bina yaklaşık 5 m kaydırılır ve çınar  ağacıda      kesilmekten     kurtulur.

23 Ocak 2019 Çarşamba

ATATÜRK İLKELERİ


Atatürkçülüğün temel ilkeleri, kendisinin kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin programında yer almıştır. Cumhuriyet Halk Partisi 1927’de Cumhuriyetçilik, Ulusçuluk ve Laiklik ilkelerini benimseyerek programına geçirdi.1931 yılında Devletçilik, Halkçılık ve Devrimcilik ilkeleri de parti programında yer aldı.
5 Şubat 1937 de bu ilkeler Türkiye Cumhuriyeti anayasasına geçirildi ve Türk devletinin esasları haline geldi.
Atatürk İlkeleri ulusal gereksinimlerden doğmuştur. Akıl, mantık, bilim ve ulusal kimlik esasına dayanır.
CUMHURİYETÇİLİK
Atatürk cumhuriyet yönetimini halkın kendi kendisini yönetmesi olarak görmüştür ve bu rejimi getirmek için çok büyük mücadeleler vermiştir.
ULUSÇULUK
Atatürk ulusçuluğuna göre Türk dilini konuşan Türk idealini benimseyen ve Türk kültürü ile yetişen her yurttaş hangi inanç ve görüşte olursa olsun Türk’tür
Atatürk ulusçuluğu, Ümmetçilik ve Irkçılığa karşıdır.
HALKÇILIK
Halkçılık devlet yönetiminde halka dayanma halktan güç alma ve halk egemenliğine inanma anlamına gelir.
DEVLETÇİLİK
Devletçilik uygulamasının asıl amacı ekonomik kalkınmayı sağlamak ülkenin alt yapı tesislerini kurmak ve sanayileştirmeyi sağlamaktır.
LAİKLİK
Laiklik yönetim eğitim,hukuk kuralları ve toplumsal yaşamın din kurallarına değil akla ve bilime dayanmasıdır.Laik devlet bütün din ve inanışlara eşit mesafededir..
DEVRİMCİLİK
Türk ulusunun çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasını gerçekleştirecek atılımları yılmadan ve korkusuzca yapmaktadır.