24 Ekim 2009 Cumartesi

Siyasi coğrafya neden önemlidir?

Siyasi Coğrafya Neden Önemlidir?
--------------------------------------------------------------------------------

Siyasî Coğrafya, özellikle 19.yüzyılın son yıllarında, Dünya ölçeğinde söz edilmeye başlanmış bir bilim dalıdır. 20.yüzyılın ilk çeyreğinin ve ikinci çeyreğinin sonlarında meydana gelen Dünya Savaşları’nın ortaya çıkışında, seyredişinde, sonuçlanmasında ve savaş sonrası dönemlerde uygulanan savaş stratejilerin ortaya konulmasında, büyük ölçüde Siyasî Coğrafyadan yararlanılmış ve Siyasî Coğrafyacıların düşüncelerine büyük ihtiyaç duyulmuştur. İhtiyaç, gelişmeyi getirmiş ve böylece Siyasî Coğrafya bilimi üzerinde, teorik ve uygulamalı araştırmalara hız verilmiştir.

Gerçi Dünya, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler Teşkilâtı gibi önemli bir uluslar arası teşkilâtın kurulmasına sahne olmuşsa da, siyasi bloklaşmanın önüne geçilememiştir. Bu nedenle, Siyasî Coğrafya; İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Doğu-Batı Bloku çekişmesi altında gelişmesine devam ettirmiştir. Ancak bu gelişme, her iki blokta da aynı ölçekte ve aynı frekanslarda olmamıştır.

Karl Marks’ın fikirlerinin baz alındığı komünizmin uygulandığı Doğu Bloku’nda Coğrafya Bilimi çok sınırlı ölçüde ele alınmıştır. Özellikle Marks’ın “Kapital” adlı eserinde, daha çok Sosyoloji, Felsefe, ekonomi ve Tarih bilimleri öğretilerine geniş yer vermesi yanında coğrafî alandan pek fazla söz etmemesi, Marksizm’i benimsemiş Doğu Bloku ülkelerde Coğrafyanın şekil değiştirmesine yol açmıştır. Özellikle Marksist Coğrafyacılar, Fizikî Coğrafyaya, bu arada özellikle jeomorfoloji bilimine eğilmişlerdir. Marksist Coğrafyacıları, beşerî Coğrafya özellikle Siyasî Coğrafya pek fazla ilgilendirmemiştir. Bu eksikliği, bu tip ülkelerde ekonomik, sosyal, siyasal ve askerî alanda çalışma yapanlar doldurmaya çalışmışlardır.

1989 yılında Doğu Bloğunun çözülmesi ve Batı Bloğunun özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin tek güç olarak ortaya çıkmasının ardından, Doğu Bloğu ülkelerde de Siyasî Coğrafya bilimine ilgi duyulmaya başlanmıştır.

21.yüzyılın başlangıcında, tüm dünya ölçeğinde en fazla ilgi duyulan bilim dallarından biri şüphesiz Siyasî Coğrafyadır. Bugün artık Siyasî Coğrafya dalında, en küçük ülkelerdeki coğrafyacılar tarafından da ilgi duyulmakta ve çok sayıda araştırmalar yapılmaktadır.

Öyle görülüyor ki; 21.Yüzyıl, âdeta Siyasî Coğrafyacıların yönlendirdiği bir yüzyıl olacaktır. Bunun belirtileri, özellikle 1989 sonrası 10 yıl içinde bu sahada A.B.D ve Avrupa ülkelerinde yayınlanmış çok sayıda araştırma, inceleme ve projelerde görülmektedir.

1989 yılı yani Doğu Bloğunun çöküşü, Türkiye’de de büyük yankı bulmuştur. Özellikle eski Sovyetler Birliği egemenliği altındaki Türk Ülkelerinin bağımsızlıklarına kavuşması, Türkiye’nin Dünya siyasetinde aktif bir rol üstlenmesi için gerekli şartlar oluşmuştur. Ancak oluşan bu şartları, Türkiye; tam anlamı ile değerlendirebilmiş midir? Yoksa yakalanan fırsatların çoğunu kaçırmış mıdır? Türkiye, Türk dünyası platformunda siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan üzerine düşen kaynaştırıcılık, birleştiricilik ve bütünleştiricilik etkinliğini sağlayabilmiş midir? Örneğin Türk Birliği için gerekli adımı atabilmiş midir? Yoksa, Türk Birliği oluşumu için gerekli tüm girişimlerin önüne, Süper güçler tarafından ırkçılık ve faşistlik bahanesiyle ile konan takozlara mı takılmıştır? Tüm bu soruların cevabını, Türkiye’nin Siyasî Coğrafyası’nın ayrıntılı bir şekilde araştırılmasında aranmalıdır.

Türkiye’nin Siyasî Coğrafyası ile Dünya Siyasî Coğrafyası arasında sıkı bir ilişki olduğu anlaşılır. Çünkü Türkiye, dünya platformu üzerinde yer alan ülkelerden birini teşkil eder. Bu nedenle Türkiye’yi, dünya üzerinde meydana gelen siyasi oluşumlardan soyutlamak imkansızdır. Bu açıdan ele alındığında, Türkiye toprakları; son yedi yüz yıl içinde çok hızlı bir değişim geçirmiştir. 13.yüzyılın sonunda, Anadolu topraklarında yeşeren bir Türk Beyliği, kısa sürede gelişmiş ve 15 ve 16.yüzyılda Dünya Hakimiyetini elinde bulunduran Süper bir güç olmuştur. Söz konusu bu süper güç 17.yüzyıldan itibaren duraklamaya başlamış ve bu duraklama 18.yüzyılda gerilemeye dönüşmüştür. 19.yüzyılda da devam eden gerileme 20.yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında çöküşle sonuçlanmıştır. Altı yüzyıl süper güç olma özelliğini gösteren Osmanlı Devleti’nin ardından kurulan yeni ve genç Türkiye Cumhuriyeti, kendini bloklara ayrılmış bir dünya içinde bulmuştur. Sömürgecilikte zirveye ulaşan ve kan dökmede birbiri ile yarışan Doğu ve Batı Bloku, tüm dünya üzerinde sürekli terör ve zulüm kasırgaları estirmiştir. Asya, Güney Amerika ve Afrika ülkelerinde etkili olan bu kasırga, özellikle Ortadoğu bölgesinde şiddetini kat kat artırmıştır. Türkiye de, bir Ortadoğu bölgesi ülkesidir. Bu nedenle, son yüz yıl içinde, Türkiye; kan, işkence ve zulüm üzerine kurulan 20.yüzyıl Dünya Düzeni içinde ayakta kalma mücadelesi ile uğraşmıştır.

Türkiye; 20.yüzyılda siyasi coğrafya açısından değerlendiremediği fırsatları yakalamada, 21.yüzyılda daha aktif ve daha kararlı olmak zorundadır. Çünkü fırsatların kaçırılması, ülkeye çok pahalıya mal olmaktadır. Nitekim 20.yüzyılda uygulanan "Suya, sabuna dokunmadan yaşamaya devam etmek” politikası, ülkenin siyasal ve sosyal bunalımlara girmesine, artan enflasyon ve bütçe açıkları sonucunda ekonominin bozulmasına ve işin en önemlisi kültürel ve eğitim alanındaki yozlaşmanın sonucunda Türk insanının ahlak çöküntüye uğramasına yol açmıştır. Şüphesiz siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik çöküşün hızlanması, ülkenin gerilemesine ve hatta devletin sarsılması tehlikesi ile karşı karşıya gelmesine sebep olmuştur.

Türkiye; 21.yüzyılı çok iyi bir şekilde değerlendirmek zorundadır. Ancak bunu nasıl becerebilecektir? Türkiye; dünya platformunda hakim güç haline nasıl gelebilecektir? Türkiye için cevaplanması mutlaka gerekli olan bu tür soruların cevabı, ülkenin siyasi coğrafya özelliklerinde yatmaktadır.


NOT: Bu yazı, Prof.Dr. Ramazan ÖZEY'in Aktif Yayınlarından yayınlanmış olan "Dünya ve Türkiye Ölçeğinde Siyasi Coğrafya" adlı kitabından alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder