31 Ekim 2009 Cumartesi

Güneş Enerjisi nedir?

Güneş Enerjisi nedir?

Dünyanın en görkemli ve temiz enerji kaynağının Güneş enerjisidir. Güneş enerjisi hem bol, hem sürekli ve yenilenebilir hem de bedava bir enerji kaynağıdır. Yakıt sorununun olmaması, işletme kolaylığı, mekanik yıpranma olmaması, modüler olması, çok kısa zamanda devreye alınabilmesi (azami bir yıl) gibi nedenlerle dünya genelinde güneş enerjisi kullanımı sürekli artmaktadır. Dünya’nın tüm yüzeyine bir yıl boyunca düşen güneş enerjisi, dünyanın bilinen kömür rezervinin 157, petrol rezervinin 516 katıdır. Güneş enerjisi, fotovoltaik piller olarak da anılan güneş pilleri vasıtasıyla elektrik elde etmede kullanılabilmektedir. Güneş pilleri, elektrik enerjisinin gerekli olduğu her uygulamada kullanılabilir.

Güneş Enerjisi Sistem Elemanları

Güneş Pilleri:

Güneş pilleri (fotovoltaik piller), yüzeylerine gelen güneş ışığını doğrudan elektrik enerjisine dönüştüren yarıiletken maddelerdir.
Akü Grubu: Güneş pilleri tarafından üretilen elektriğin daha sonra kullanılabilmesi amacı ile depolandığı ekipmandır.

İnvertör:

Güneş Panellerinde doğru akım üretilir.. Günlük hayatta ise genelde Alternatif Akımlı aletler kullanıldığı için akımın değiştirilmesi gerekir. Bu işlemi gerçekleştiren aygıta invertör denir.
Solar Regülatör:( Şarj Kontrol Cihazı olarak düzeltilmesi daha uygundur Piyasada bu adla anılmaktadır.) Panelde üretilen akımın akü sistemine veya direk kullanıma düzgün bir şekilde aktarılmasını ve panel ile akünün zarar görmesini engelleyen bir cihazdır.

Şebekeden Bağımsız Sistemler:

Genelde yerleşim birimlerinden uzakta olan ve Şehir Elektrik şebekesinin ulaşmadığı bölgelerde sadece yenilenebilir Enerji kaynağı ile beslenen sistemlerdir. Genelde bu bölgelere şebekenin getirilmesi Fotovoltaik sistem kurulum maliyetinden daha yüksek olmaktadır.

Şebekeye Bağlı Sistemler:

Bu tür sistemler iki başlık altında ele alınabilir. 1. şebekeye bağlı PV güç santralleri: güçleri 10kWp ile onlarca MWp arasında değişen PV sistemler olup, çoğunlukla yerel enerji gereksinimlerine destek olmak üzere kurulmuşlardır. Özellikle güç gereksiminin arttığı saatlerde yerel PV sistemlerini devreye sokacak düzenlemeler için ticari olarak enerji hatlarının geliştirilmesinden daha çekici olabilmektedir. 2. şebekeye bağlı Dağıtılmış PV güç sistemleri: son yıllarda yaygın hale gelen kullanıcıların bina çatı ve yüzeylerine yerleştirilen bu sistemler tipik olarak 1kWp 50 kWp arasında değişmekte olup iki yönlü sayaç uygulaması ile kullanılan PV gücü şebekeye verilmektedir.



http://www.fotonas.com/?gclid=COerpPaCu50CFUiCzAodIXmB6A#/faydali-bilgiler/4535194477

29 Ekim 2009 Perşembe

Coğrafya'nın İlkeleri (prensipleri)

Coğrafya'nın kullandığı üç temel prensibi vardır. Bunlar; dağılış, ilgi ve bağlılık ile nedensellik'tir.Coğrafyacı araştırmalarını bu üç temel prensibe göre yaparak ortaya koyar.

1. Dağılış Prensibi: Bu prensip coğrafyanın en önemli prensibidir. Coğrafya araştırmalarına neden olan konuların belirli bir alandaki yayılışı ve bulunuş biçimleri, dağılış olarak ifade edilir. Buradaki alan bir yöre olabileceği gibi, havza, bölüm, bölge, ülke, kıta ve hatta dünya olabilir.

Dağılışı gösterilecek olan konu ise; bitki örtüsü, yer şekilleri, sıcaklık, yağış, nüfus, tarım alanları, sanayi kuruluşları gibi daha pek çok veri olabilir. Bu verilerden bir kısmı yeryüzünün doğal özellikleridir. Diğer bir kısmı ise insan etkinlikleri sonucu ortaya çıkmış eserlerdir.

Coğrafyada bir konunun veya olayın dağılışı belirtilirken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta yayılış biçimlerinin ayrı ayrı ifade edilmesidir. Örneğin tarım alanlarının Türkiye'deki dağılışı yapılırken önce yatay dağılış belirtilir. Bu dağılış harita üzerinde gösterilir. Haritaya bakıldığı zaman Türkiye'deki tarım alanlarının nerelerde bulunduğu, ne kadar yüzölçümü kapladığı hakkındaki bilgiler anlaşılabilir. Dağılışın belirtilmesi gereken başka bir özelliği ise dikey dağılıştır. Bu Özellik, eşyükselti eğrilerinin bulunmadığı, haritalarda gösterilemez. Eğer bir coğrafî bilginin yatay dağılışı yanında dikey dağılışının da gösterilmesi isteniyorsa, uygun aralıklarla eşyükselti eğrilerinin çizilmesi gerekir. Coğrafya araştırmalarında yatay dağılış kadar dikey dağılış da önemlidir. Örneğin Akdeniz, Ege denizi ve Karadeniz kıyı yörelerinde ormanlar hemen denizin kenarından başlar, Buna karşılık diğer bölgelerde orman alt sınırı çok daha yükseklerden (1000-1200 m.) başlamaktadır. Dağılışın üçüncü özelliği ise zamanda dağılıştır. Zamanda dağılışın gösterilebilmesi için veriler zaman bölümlerine (yıl, ay, gün gibi) ayrılarak ifade edilir. Zamanda dağılış genellikle grafiklerle ifade edilir.

2. İlgi ve Bağlılık Prensibi: Coğrafyanın konusu olan her olay veya olgu, başka bir olay veya olgu ile ilgilidir. Türkiye'de tarım alanlarının dağılışı ile alüvyal ovalar ve alçak platolar arasında yakın bir ilgi vardır. Çünkü Türkiye'deki tarımın önemli bir kısmı bu araziler üzerinde yapılmaktadır

Kültür bitkilerinin ekim alanlarıyla oradaki iklim özellikleri arasında yakın bir ilgi vardır Çünkü her bitkinin yetişip olgunlaşabilmesi, meyve verebilmesi için yıl içinde belirli devrelerde belirli ölçüde suya ve sıcaklığa ihtiyacı vardır. Bünyesinde bol miktarda su bulunduran muz meyvesi en hafif don olayından bile etkilenir. İşte bundan dolayı muz, kışları ılık geçen Akdeniz ikliminde yetişir. Yani muz ekim alanlarıyla kışları ılıman geçen İklim arasında yakın bir ilgi vardır

3. Nedensellik Prensibi: Her bilimde olduğu gibi coğrafyada da "neden" sorusu sık sık sorulur Bu sorunun cevabı mutlaka verilmelidir. Çünkü her şeyin bir nedeni vardır. Ülkemizdeki tarım alanları örneği ele alınarak nedensellik prensibi şöyle açıklanabilir: Ege Bölgesi'ndeki vadi tabanı düzlüklerinde ve çöküntü ovalarında pamuk tarımı önemli yer tutar. Buna karşılık Doğu Anadolu Bölgesi'nin vadi tabanlarında ve çöküntü ovalarında (Iğdır Ovası hariç) bu bitki yetişemez. Bunun nedeni, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki yaz sıcaklıklarının bu bitkinin yetişmesi için yeterli olmamasıdır, Akdeniz ve Ege bölgelerinde yetişen turunçgillerin Doğu Anadolu Bölgesi'nde yetişememesinin nedeni de şöyle açıklanır; Turunçgil meyveleri bünyelerinde bol su bulundururlar. Onun için kış soğuklarında donarlar. Ayrıca turunçgil ağaçları da şiddetli karasal iklimin kış soğuklarına karşı dayanıklı değildir.

Coğrafyanın yukarıda belirtilen dağılış, nedensellik, ilgi ve bağlılık prensipleri, sadece coğrafyanın kullandığı (patenti coğrafyaya ait olan) prensipler değildir. Günümüzde bütün bilimler birbiriyle içice girmiş durumdadır. Büyük projeler çeşitli alanlara mensup kişilerden oluşan araştırmacılar grubu tarafından yürütülmektedir. Onun için günümüzde nedensellik prensibinin sadece coğrafyaya ait olduğunu söylemek bilimsel düşünceye aykırıdır, Böyle bir iddia ancak günümüz dünyasında bilimsel düşünceyi iyi kavrayamamanın bir ürünü olabilir. Hiç bir bilim düşünülemez ki "neden" sorusunun cevabını bulmaya çalışmasın. Onun için nedensellik prensibi sadece coğrafyaya özgü bir prensip değildir. Bütün bilimlere aittir. Dağılış prensibi de yine birçok bilim tarafından kullanılır. Toprak haritasını yapmayan yani toprakların dağılışını göstermeyen bir toprak bilimi düşünülemez. Aynı durum jeoloji ve diğer pek çok bilim için de geçerlidir. Bu nedenle prensipler dikkate alındığında, coğrafyanın diğer bilimlerden farkı, yukarıda belirtilen prensiplerin sadece kendisine ait olması değil, bu üç prensibi birlikte kullanmasıdır.

28 Ekim 2009 Çarşamba

pagerank scripti php dili ile kodlanmıştır.

ganezrank pagerank scripti

demo: www.izli.net

indir:
http://www.mustafayigit.gen.tr/dosyalar/ganezrank_pagerank_scripti.rar

alternatif:
http://www.dosyaload.net/download.php?file=2048688c3f190d376b038555a0d51891

İzohipslerin özellikleri (harita bilgisi)

İzohipslerin Özellikleri
· iç içe kapalı eğrilerdir.
· Birbirini kesmezler.
· Yükseltisi en az olan en dıstadır.
· Yükseltisi en fazla olan en içtedir.
· Aralarındaki yükselti farkı birbirine esittir
· Aynı izohips çizgisi üzerindeki bütün noktalarda yükselti aynıdır.
· izohips çizgisi üzerinde olmayan bir noktanın kesin yükseltisi bilinemez.
· Kıyı çizgisi (deniz kıyısı) sıfır metredir.

· izohipslerin sık veya seyrek geçmesi yer sekillerine bağlıdır.
· izohipslerin sık geçtiği yerde eğim fazladır. Seyrek geçtiği yerde eğim azdır.
· Dağ dorukları (zirveler ) nokta halinde gösterilir.
· Akarsu vadileri yükseltinin arttığı yöne doğru girinti olusturur.
· Ok isareti çevresine göre çukur olan (kapalı çukur-çanak-krater) yerleri gösterir.
· Tabanı aynı olan iki tepe arasındaki küçük düzlüğe boyun denir.
· Tabanları aynı olan tepelerin baslangıç yükseltileri de aynıdır.
· Akarsudan sonraki ilk yükseltiler birbirine esittir.
· Yükseltinin arttığı yöne doğru "U " harfi olusmus ise buna sırt denir.

27 Ekim 2009 Salı

Harita Nedir?

Harita Nedir?

İlk çağlardan beri insanların üzerinde yaşadıkları dünyanın şeklini ve büyüklüğünü öğrenme merakı ve ulaşım,imar...vb sorunların çözülmesi için harita yapımına ihtiyaç duymuşlardır.Bu ihtiyaçları karşılama çabalarıyla haritacılık gelişmiştir.Günümüzde sağlıklı şehirleşmenin yolu, genel anlamda imar planına göre şehrin düzenlenmesiyle sağlanmaktadır. Bir şehirde imar planının yapılması için, kadastro ve halihazır haritalarının acil olarak üretilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte bir şehir için çok gerekli olan teknik altyapı tesislerinin yerlerinin belirlenmesinde, bu tesislerin bakımında ve gerektiğinde onarımı için, itfaiye ile ilgili yangın vanalarının yerlerinin belirlenmesinde, 3194 sayılı imar kanununun 18.maddesine göre arazi düzenlenmesinde, imar sahası içinde gelişme bölgelerinin tespitinde, buna benzer konuları için haritaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Yeryüzünün bir parçasının gökyüzünden kuşbakışı görünümünün matematik yöntemlerle küçültülerek ve üzerine özel işaretler ko***** bir düzlem üzerine çizilmiş şekline HARİTA denir. Haritaların kolay ve anlaşılır olabilmesi için en gerekli ayrıntılara yer verilir. Yapılan bir çizimin harita özelliğini gösterebilmesi için çizimin belirli bir ölçek dahilinde yapılması gerekir. Harita üzerindeki iki nokta arasındaki uzunluğun,arazide aynı iki noktanın arasındaki ölçülen yatay mesafesine olan oranını ÖLÇEK olarak adlandırırız. Haritaların alt köşelerinde hangi ölçekte yapıldıklarını gösteren işaretler vardır (1:500000 - 1:250000 - 1:50000 - 1:25000 gibi). Bir haritada bu ölçeğin paydasında yer alan rakam ne kadar büyük olursa haritanın ölçeği o kadar küçük olur.1:50000 ölçekli bir harita üzerindeki 1 cm gerçekte 50000cm karşılık gelir(500m). Bütün ölçekli haritalarda her bir kare 1 km2 dir.

Yeryüzündeki detaylar harita üzerinde sembollerle gösterilir.Bu sembollerin ne anlama geldiğini haritanın kenarında gösterilir.Sembollerin ve açıklamalarının bulunduğu bu kısma lejant adı verilir. Lejant, Haritalarda kullanılan işaret ve renklerin ifade edildiği tablodur. Haritanın okunmasını sağlar.Haritayı kullanacak kişi bu kısmı iyi özümsemelidir.

Kaynak: KTÜ Jeodezi Mühendisliği

26 Ekim 2009 Pazartesi

Volkanizma (İç Kuvvetler)

Volkanizma

Yerin derinliklerinde bulunan magmanın patlama ve püskürme biçiminde yeryüzüne çıkmasına volkanizma denir. Volkanik hareketler sırasında çıkan maddeler bir baca etrafında yığılarak yükselir ve volkanlar (yanardağlar) oluşur.

Volkan Bacası : Mağmanın yeryüzüne ulaşıncaya kadar geçtiği yola volkan bacası denir.
Volkan Konisi : Lav, kül, volkan bombası gibi volkanik maddelerin üst üste yığılması ile oluşan koni biçimli yükseltiye volkan konisi, koni üzerinde oluşan çukurluğa krater denir.




Volkanlardan Çıkan Maddeler

Volkanlardan çıkan maddeler değişik isimler alır :


Lav
Volkan Bombası
Volkan Külü
Volkanik Gazlar
Lav

Volkanlardan çıkarak yeryüzüne kadar ulaşan eriyik haldeki malzemeye lav denir. Lavın içerisindeki SİO2 (Silisyum dioksit) oranı lavın tipini ve volkanizmanın karakterini belirler.

Asit Lav : SİO2 % 66 ise asit lavlar oluşur. Fazla akıcı değillerdir.

Orta Tip Lav : SİO2 oranı % 33 - % 66 ise lav orta tiptir. Bu tip lavların çıktığı volkanlarda volkanik kül miktarı azdır.

Bazik Lav : SİO2 oranı < % 33 ise lav bazik karakterli ve akıcıdır. Patlamasız, sakin bir püskürme oluşur.

Volkan Bombası : Volkan bacasından atılan lav parçalarının havada dönerek soğuması ile oluşur.

Volkan Külü : Gaz püskürmeleri sırasında oluşan, basınçlı volkan bacasından çıkan küçük taneli malzemeye kül denir.

Volkanik küllerin bir alanda birikmesiyle volkanik tüfler oluşur.

Volkanik gazlar : Volkanizma sırasında subuharı, karbon dioksit, kükürt gibi gazlar magmadan hızla ayrışarak yeryüzüne çıkar. Büyük volkanik bulutların oluşmasını sağlar.


Püskürme Şekilleri


Volkanik hareketlerin en yoğun olduğu yerler, yerkabuğunun zayıf olduğu noktalar, çatlaklar ve yarıklardır.

Magmanın yeryüzüne ulaştığı yere göre adlandırılan, merkezi çizgisel ve alansal olarak üç değişik püskürme şekli vardır


Merkezi Püskürme : Magma yeryüzüne bir noktadan çıkıyorsa, buna merkezi püskürme denir.

Çizgisel Püskürme : Magma yeryüzüne bir yarık boyunca çıkıyorsa, buna çizgisel püskürme denir.

Alansal Püskürme : Magma yeryüzüne yaygın bir alandan çıkıyorsa, buna alansal püskürme denir.

Volkan (Yanardağ) Biçimleri


Volkanların yapısı ve biçimleri yeryüzüne çıkan magmanın bileşimine, miktarına ve çıktığı yere göre değişir.

Tabla Biçimindeki Volkanlar : Akıcı lavların geniş alanlara yayılmaları sonucunda oluşur. Örneğin Hindistan’daki Dekkan Platosu

Kalkan Biçimindeki Volkanlar : Akıcı lavların bir bacadan çıkarak birikmesi sonucunda oluşan, geniş alanlı ve kubbemsi bir görünüşe sahip volkanlardır.

Örneğin : Güneydoğu Anadolu’daki Karacadağ Volkanı

Koni Biçimindeki Volkanlar : Magmadan değişik dönemlerde yükselen, farklı karakterdeki malzemenin birikmesi ile oluşur. Bu volkanların kesitinde, farklı karakterdeki malzeme katmanları ardarda görüldüğü için tabakalı volkanlar da denir.

Örneğin ülkemizdeki Erciyes, Nemrut, Hasan ve Ağrı volkanları koni biçimli volkanlardır.

Tüf Konileri : Volkanlardan çıkan küllerin ve diğer kırıntılı maddelerin birikmesi ile oluşan konilere denir.

Örneğin ülkemizde Kula ve Karapınar çevresindeki koniler kül konileridir.


Volkanik Kuşaklar

Yeryüzünde bilinen volkanların sayısı binlere ulaşmasına karşın ancak 516 kadarı tarihi çağlarda faaliyet göstermiş, bu nedenle aktif volkanlar olarak kabul edilmişlerdir. Yerkabuğunu bloklar halinde bölen kırıklar üzerinde bulunan volkanlar, bir çizgi doğrultusunda sıralanmakta adeta kuşak oluşturmaktadır.


Dünya’daki Volkanlar


Dünya üzerindeki aktif volkanlar üç ana bölgede toplanmıştır. Volkanların en yoğun olduğu bölge Pasifik Okyanusu’nun kenarlarıdır. Volkanların aktif olduğu ikinci bölge Alp-Himalaya kıvrım kuşağı, üçüncü bölge ise okyanus ortalarıdır.


Okyanus Ortaları


Yerkabuğunun üst bölümünü oluşturan sial okyanus tabanlarında daha incedir. Bu ince kabuk mantodaki yükselici hareketler nedeniyle yırtılarak ayrılır. Ayrılma bölgesi adı verilen bu bölümden magma yükselir ve okyanus tabanına yayılır. Bu durum okyanus ortalarında aktif volkanların bulunmasının nedenidir.


Türkiye’deki Volkanlar


Alp-Himalaya kıvrım kuşağında yer alan Türkiye’de volkanlar, tektonik hatlara uygun olarak beş bölgede yoğunlaşmıştır. Ancak günümüzde Türkiye’de aktif volkan bulunmamaktadır.

www.cografyaokulu.net

25 Ekim 2009 Pazar

Rusya Federasyonu (Rossiyskaya Federatsiya)

Rusya Federasyonu (Rossiyskaya Federatsiya)



Resmi adı: Rusya Federasyonu (Rossiyskaya Federatsiya), kısaca Rusya (Rossiya).

Yönetim biçimi: Demokratik federatif cumhuriyet.

Resmi dili: Rusça.

Başkenti: Moskova (nüfusu 10,4 milyon kişi).

Önemli kentleri: 2002 sayımlarına göre, başkent Moskova dışında büyük kentleri, Saint-Petersburg (4,7 milyon kişi), Novosibirsk (1,4), Nijniy Novgorod (1,3), Yekaterinburg (1,3), Samara (1,2), Omsk (1,1), Kazan (1,1), Çelyabinsk (1,1), Rostov-na-Donu (1,1), Ufa (1,0), Volgograd (1,0) ve Perm’dir (1,0). Ülke çapında kent sayısı 1.097, köy sayısı 24.427’dir.

İdari yapılanma: Rusya Federasyonu 7 federal bölgeden oluşur. Devlet yapılanması içinde 21 cumhuriyet, 6 megabölge (kray), 49 vilayet (oblast), 2 federal statüde kent, 1 özerk bölge, 10 özerk yöre vardır.

Yüzölçümü: 17.075.400 km2 (Yüzde 13’ü ekili alan, yüzde 51’i orman, yüzde 13’ü su olmak üzere).

Nüfusu: 145,166 milyon (9 Ekim 2002 sayımı) (2006 sonbaharında 142.2 milyon.) (Kent nüfusu: yüzde 73, kırsal alan nüfusu: yüzde 27.) (Erkek sayısı: 67,6 milyon, kadın sayısı: 77,6 milyon).

Yaş ortalaması: 37,7.

Ortalama insan ömrü: 64,9 yıl (2003 verilerine göre, kadınlarda 72, erkeklerde 58,6 yıl.).

Nüfus yoğunluğu: 1 km2’ye 8,5 kişi.

Etnik profili: Yüzde 79,82 (115 868 500 kişi) Rus, yüzde 3,83 (5 558 000) Tatar, yüzde 2,03 (2 943 500) Ukraynalı, yüzde 1,15 (1 673 800) Başkir, yüzde 1,13 (1 637 200) Çuvaş, yüzde 0,94 (1 361 000) Çeçen, yüzde 0,78 (1 130 200), Ermeni, yüzde 0,56 (814 700) Beyaz Rus, yüzde 0,43 (621 500) Azeri, yüzde 9,33 diğer. Ülkede yaşayan etnik toplulukların toplam sayısı 176’yı buluyor.

Din: Çoğunluk Hristiyanlığın Ortodoskluk mezhebinden. Ayrıca İslam (tahminen 20 milyon kişi), Katoliklik, Yahudilik ve Budizm de dahil çeşitli din ve mezhepler vardır.

Para birimi: Ruble. (5 Ekim 2006’da 1 dolar 26,77 ruble, 1 milyon TL ise 17,59 ruble idi).
İstihdam: 72,2 milyon kişi (2003).

İşsizlik oranı: % 7,9 (5,7 milyon kişi) (2003’te çalışabilir nüfus 72,2 milyon).

Toplam dış borç: 110 milyar dolar.

GSMH: 560 milyar dolar.

Döviz rezervi: 117 milyar dolar (26 Kasım 2004.)

Temel ihraç ürünleri: Petrol ve yan ürünleri, doğalgaz, ağaç ürünleri, metaller, kimyasal maddeler, çeșitli endüstri ürünleri.

Temel ithal ürünleri: Çeşitli tüketim ürünleri, makine ve ekipmanlar, şeker, ilaç, tahıl.

Enflasyon: Yılda yüzde 12 (2003).

En uzun nehirleri: Lena (4.400 km), İrtıș (4.248 km), Ob (3.650 km), Volga (3.531 km), Yenisey (3.487 km), Amur (2.824 km).

En büyük gölleri: Baykal (31.500 km2), Ladoga (18.100 km2), Onega (9.690 km2).

Çevresindeki denizler: Kuzey Buz Denizi (Barents, Beyaz, Karskoye, Laptevler, Doğu Sibirya ve Çukotskoye denizleri), Pasifik Okyanusu (Bering, Ohotsk, Japon denizleri), Atlantik Okyanusu (Baltık, Azov ve Karadeniz).

En büyük adaları: Novaya Zemlya (Yeni Topraklar) Takımadaları 82,6 bin m2, Sahalin 76,4 bin m2, Severnaya Zemlya (Kuzey Toprakları) Takım adaları.

En yüksek tepesi: Elbrus (6542 m.).

Komşuları ve sınır uzunluğu: Güney-Batı’da Norveç (167 km) ve Finlandiya (1.313), Batı’da Polonya (432), Estonya (290), Letonya (217), Litvanya (227) ve Belarus (959), Güney-Batı’da Ukrayna (1.576), Güney’de Gürcistan (723), Azerbaycan (284) ve Kazakistan (6.864), Güney-Doğu’da Çin (3.645), Moğolistan (3.441) ve Kuzey Kore (19), Doğu’da (deniz sınırı) ABD ve Japonya. Rusya’nın, Türkiye ile Karadeniz’de deniz sınırı vardır. Rusya sınırlarının toplam uzunluğu 20 bin 139 km, kıyılarının toplam uzunluğu ise 37 bin 653 km’dir.



Ortalama ısı: Ocak ayında ısı Kuzey Kafkasya’da 0 ile – 5 arasındayken Yakutistan’da – 40 – 50 civarında (yer yer – 70’e kadar) ölçülüyor. Temmuz ayında Kuzey Sibirya’da – 1, Hazar kıyılarında ise 24-25 derece ortalama ısı gözlenmektedir.

alıntı: www.cografyaokulu.net

24 Ekim 2009 Cumartesi

Dosya Upload

Dosya Upload

100 mb dosya boyutuna kadar dosya ükleyebilirsiniz.

sitenin kullanımı çok basit ve türkçedir.

ayrıca premium üyelik vs yoktur.

biz bu işi insanlara hizmet için yapıyoruz.

para kazanmak amacımız da varsa şimdilik sadece reklamlardan para kazanıyoruz, üyelerimizden veya bizim sitemizi kullananlardan böyle bir çıkarımız yoktur. rapidshare.com vs gibi siteler gibi değiliz.

dosya upload sitemize bekliyoruz.

işte size Türk Reklam Firması

işte size Türk Reklam Firması


https://reklam.ara.com.tr/

sitenize reklam alın tık başı 0.02 tl veriyor 100 tl olunca da hesabınıza ödeme yapılıyor.


ben kullanıyorum adamlar şirket kesinlikle bir sorun olmaz.

Endemik Bitki -coğrafya10-

ENDEMİK BİTKİ


Endemik, alanları belirli bir ülke veya bölgeye ait, yerel, ender ve çok ender bulunan türler endemos (indigenous) kelimesinden gelir ve “yerli” anlamında kullanılır.

Ülkemizdeki endemik türlerin en önemlilerinden birkaçı;


Kazdağında orman meydana getiren Kazdağı göknarı (Abies equi-trojani), Eğridir güneyindeki Kasnak meşesi (Quercus vulcanica), Köyceğiz-Dalaman arasında yaygın olan Sığla veya Günlük ağacı ve ormanları (Liquidambar orientalis), Beşparmak Dağları (Ege bölümü)ndaki Kral eğreltisi (Osmunda regalis) ile Datça yarımadasında bulunan Datça hurması (Phoneix theophrasti)dır.

Ülkemiz, hem çeşitli familyalara ait hem de endemikler yönünden de çok zengindir.

Türkiye’de yetişen endemik türler tabiatta, aşırı otlatma, yangın, bilinçsiz kesim, söküm,ıslah çalışmaları, yapılaşma, şehirleşme ve herbisit kullanımı gibi çeşitli tehlikelerle karşı karşıyadır.Bu olumsuz faktörler kimi zaman bitkinin yok olmasına ve bir anlamda yer yüzünde ortadan kalkması anlamına gelmektedir.

Kazdağı göknarı:

Türkiye’de yalnızca Kazdağı’nda yetişen endemik bir göknar alt türü. 30 metreye kadar boylanabilir. Tomurcukları bol reçinelidir.

İğne yapraklı uzun sürgünler üzerinde tek tek ışığa yönelik olarak tarak biçiminde dizilmişlerdi.Yaprağın üst yüzü hafif olukludur, alt yüzünde ise iki tane belirgini gümüşi renkte beyaz stoma bandı bulunur. İğne yapraklar sürgünler üzerinde uzun süre, 7-10 yıl kalır

Kasnak meşesi

25-30 m boya ulaşabilen geniş ve yaygın tepeli bir meşe türü.Genç sürgünler sarımtrak veya kırmızımtrak olup, önceleri tüylü daha sonraları çıplaktır. Tomurcuklar büyük yumurta biçiminde kahverengi kırmızı, tüysüzdür. Tomurcuk pullarının kenarları kirpiklidir.

Yapraklar sürgünler üzerinde oldukça aralıklı dizilmiştir. Yaprak ayası ters yumurta veya eliptik biçimli, dip tarafı çarpıktır. Yaprakların alt yüzü basık ve yıldız tüylüdür. Üst yüzü çıplak ve koyu yeşildir. Kadeh çok belirgin ve yarımküre şeklindedir.Endemik bir türdür.Kütahya, Konya, Afyon, Isparta, Eğirdir yörelerinde bulunur. 1300-1800 m yükseltilere kadar çıkabilir.

Datça hurması

Datça Hurması, Datça Yarımadasında batı-doğu yönünde uzanan sıradağların kuzey ve güney aklanlarında olmak üzere, iki ayrı yörede bulunmaktadır.
Datça Hurması bu aklanda küme ve guruplar halinde veya tekil olarak da geniş bir alanda yayılış yapmakta ve yayılış sahilden 300-350 m yükseltiye kadar ulaşabilmektedir.

Kuzeyi kapalı, sıcak, deniz etkisi altındaki vadi tabanlarının uygun kısımları ile deniz kenarındaki kum ve çakıl üzerinde yer almaktadır. yaklaşık 10 m boyunda olup Datça’da 10-15 m. boylara ulaşabilmektedir.

Sığla ağacı

25-40 m’ye kadar boylanan yaprak döken kalın dallı ve geniş tepeli bir ağaçtır. İlk bakışta çınara benzer. Yaşlandıkça, kabuğu koyulaşır ve derin çatlaklı bir görünüm alır.
Çiçekler küçüktür. Çiçek kurulu 1-2 cm çapında olup küre şeklinde çok sayıda çiçek kümesini bulundurur. Meyve 2-4 cm çapında çok sayıda kapsülden oluşur

Istranca meşesi:

25 m’ye kadar boylanabilen düzgün gövdeli dar tepeli bir meşe türüdür. Gövde kabuğu düzenli aralıklarla çataklıdır. Yapraklar ters yumurta biçimindedir. 7-10 civarında yaprak damarı bulunur. Damarlar birbirine paraleldir.

Her iki yüzüde çıplaktır. Alt yüzünde basit ya da yıldız tüyler bulunur. Meyve sapı 2-7 cm uzunluğundadır. Bir sapta 3-4 tane meyve bulunur.

Kayaçlar -Coğrafya10-

KAYAÇLAR(TAŞLAR)

Dünyanın iç yapısına bakıldığında en dışta yerkabuğu, onun altında sıvı haldeki manto ve onun altında da çekirdek kısımlarının olduğu görülür.Daha açıkça söylemek gerekirse;bir soğanı dünya olarak kabul edersek,soğanın dışı yerkabuğu,onun altındaki katman manto,onun altındaki kabuk ise çekirdeği oluşturmaktadır.Bu katmanlardan her birine geosfer denmektedir.
Nasıl atomların birleşmesiyle hücre,hücrelerin birleşmesi ile de organizma(canlı) oluşuyorsa ;elementlerin birleşmesi ile mineral,minerallerin birleşmesi ile de yerkabuğunu(Litosfer) oluşturan kayaçlar oluşur.Yani;

* Atom---------Hücre----Organizma(canlı)
* Element-----Mineral---Kayaç(taş)

Elementlere örnek:Altın,gümüş,fosfor,Uranyum,toryum……..gibi.
Minerallere örnek:Bor mineralleri,silikatlar,talk…….gibi.
Kayaçlara örnek:Taşkömürü, granit,traverten, kalker………gibi.

• En dirençsiz(Yumuşak)mineral talk,en sert mineral elmastır.

• Taşlar; yakacak temininde,süs eşyası yapımında ,av aleti yapımında,kap-kaçak yapımı gibi alanlarda kullanılmışlardır.

• Taşlar oluşumlarına göre üç ana gruba ayrılırlar:

1)Püskürük(Katılaşım-volkanik-magmatik)Kayaçlar
2)Tortul (Sedimanter) kayaçlar
3)Başkalaşım (metamorfik) kayaçlar

Şimdi bunların oluşumunu teker teker inceleyelim:

1)PÜSKÜRÜK(KATILAŞIM-VOLKANİK-MAGMATİK)KAYAÇLAR


Yerkabuğunun oluşması ve kalınlaşmasında en büyük katkı volkanik olaylarla gerçekleştiğinden organik kayaçlar hariç tüm kayaçların kökeni volkaniktir.volkanik kayaçlar sıcak ve sıvı olan magmadan kaynaklanan lavların soğumasıyla oluşur.Yeryüzüne kadar çıkıp soğuyanlarına dış püskürük , yerkabuğunun belirli derinliklerinde soğuyanlarına ise iç püskürük kayaçlar denir.

• Şu halde volkanik kayaçlar oluşumuna göre iki türe ayrılır:
a)İç püskürük kayaçlar(Derinlik kayaçları)
b)Dış püskürük kayaçlar(Yüzey kayaçları)


a)İç püskürük kayaçlar(derinlik kayaçları):Volkanik kayalar,genel olarak sıcak bir hamur içersinde(mağma) çeşitli minerallerin kristalleşmesi şeklinde oluştuklarından,kristalli bir görünüm arzederler.İç püskürük kayaçlar yerkabuğu içersinde yavaş yavaş soğuduğundan bu kristaller daha iridir.Bundan dolayı da bu kayalar sağlam ve dayanıklı olurlar.
• Bu kayaların başlıcaları;Granit,siyanit,gabro ve pirit’tir.


b)Dış püskürük kayaçlar(Yüzey kayaçları):Magmadan hareket eden lavların yeryüzüne çıkarak soğumasıyla oluşan kayaçlardır.Yüzeyde soğuma daha çabuk gerçekleştiğinden bu kayalar yarı kristalli,yarı camsı(kristalsiz) bir haldedir.Kristaller ise soğuma çabuk gerçekleştiğinden dolayı iç püskürük taşlara oranla daha küçüktürler.
• Dış püskürük taşların başlıcaları;Bazalt,Andezit,Süngertaşı
Volkan tüfü ve Obsidyen’dir.


2)TORTUL (SEDİMANTER) KAYAÇLAR


Tabiattaki mevcut kayaların fiziksel(sıcaklık etkisiyle) ve kimyasal (su ve sıcaklık) yolla ayrışma(çözülme) ve ufalanmaya uğramasıyla oluşan çeşitli boyuttaki malzemenin (kil, kum,mil,,çakıl…..vs)ve eriyik (çözünmüş) halde bulunan maddelerin dış kuvvetlerce(akarsular,rüzgarlar,buzullar,dalgalar….vs) taşınıp,yeryüzünün çukur sahaları (Jeosenklinal) olan birikme ortamlarında tortulanmasıyla oluşurlar.Genellikle denizler,göller,akarsu boyları,çöller ve kara içlerindeki çukur ortamlar tortulanma alanlarıdır.
• Birikme ortamında genellikle düzenli bir çökelme meydana geldiği için tortul kayalar tabakalı bir yapı gösterirler.
• Tortul kayaların içinde fosillere(eski canlı ve bitki kalıntısı) çok rastlanmaktadır.Bu bakımdan tortul taşlar dünyanın geçirdiği değişimi ve iklim şartlarındaki değişimi göstermeleri açısından da önemlidir.(Mesela bir kaya yapısında mercan fosillerine rastlandığında ,
mercanın yaşadığı ortamda ve zamanda ;sıcaklığın fazla,suyun tuzlu ve temiz olduğu kanaatine varılır.Çünkü mercanlar sıcak ve berrak sularda ve sığ (derin olmayan) ortamlarda yani kıyıya yakın yerlerde yaşamaktadırlar.)Örneğin İçAnadolu(Orta Anadolu)Bölgesi’nde,dağların yüksek kısımlarında midye fosillerine rastlanmaktadır.Bu durum bize Orta Anadolu’nun geçmişte deniz halinde olduğunu kanıtlamaktadır .

Yandaki şekilde; önce derin deniz tabanlarında malzemenin birikmesi daha sonra ise biriken malzemenin basınçlara uğrayarak kıvrılmasıyla tortul tabakalardan oluşmuş bir toprak kesiti gösterilmektedir.

• Tortul kayalar kimyasal özelliklerine ve oluşumlarına göre üç gruba ayrılırlar:
a)Kimyasal tortul taşlar b)Organik tortul taşlar c)Kırıntılı(Fiziksel-Mekanik) tortul taşlar


a)Kimyasal tortul taşlar: Deniz,göl ve yeraltı sularında erimiş halde bulunan ve suyun bünyesinde taşınan maddelerin belirli şartlar altında birikmesiyle meydana gelen kayalardır.Kimyasal tortulların başlıcaları;Kalker (kireçtaşı),Jips (Alçıtaşı) , Kayatuzu , Traverten ,dolomit,sarkıt ve dikit’tir.


b)Organik tortul taşlar: Canlı kalıntılarının üst üste yığılmasıyla meydana
gelen kayalardır.Tabiatta en az bulunan kaya türüdür.Başlıca organik tortul kayaçlar;Mercan kalkerleri , taşkömürü , linyit , turba , antrasit , asfalt,tebeşir ve bitum’dur.Bunlardan mercan kalkerleri genellikle hayvan kalıntılarından,diğerleri bitki kalıntılarından oluşmuştur.


c)Kırıntılı(Fiziksel-Mekanik)Tortul taşlar:Tabiattaki mevcut kayalardan
dış kuvvetler(Akarsular,Rüzgarlar,Buzullar,Dalgalar) vasıtasıyla koparılan dağınık haldeki maddelerin (kum,çakıl.kil,mil)bir çimento maddesiyle kaynaşması sonucunda oluşurlar.
• Genellikle akarsu yatakları,deltalar(Kıyı ovaları) ,taşkın ovaları,dağ etekleri,deniz ve göl kenarları ile sığ yerlerde bu kayalara rastlanmaktadır.

• Bu kayaçların başlıcaları şunlardır; Kiltaşı ,Marn ,Kumtaşı(Gre) , Konglo-mera,Breş


3)METAMORFİK(BAŞKALAŞIM) KAYAÇLAR


Tabiatta bulunan püskürük, tortul ve bir başka metamorfik kayanın yüksek sıcaklık ve basınç altında yapı ve şekil değiştirmelerinden oluşurlar.
Metamorfik kayalar şu sebeplerle oluşurlar:
• Mağmanın daha önce var olan kayaçlar arasına sokularak sıcaklığı artırması
• Kayaların üzerindeki basıncın artması.Mesela mevcut kayalar üzerine gelen yeni tortullar basıncın artmasına sebep olur.
• Tektonik hareketlerle (yerkabuğu hareketleri) meydana gelen dağ oluşum kuşaklarında büyük basınçla beraber sıcaklığın etkisi altında mevcut kayalar ezilir ve kırılır.Böylelikle başka kayaç türleri oluşur.
• Başkalaşım kayaçlarının başlıcaları şunlardır: Mermer , Gnays, Kuvarsit,Fillad,Şist(Mikaşist),Elmas

NOT:
• Kalkerin başkalaşmasıyla mermer oluşur.
• Taşkömürünün başkalaşmasıyla elmas ‘’
• Granitin başkalaşmasıyla gnays ‘’
• Kumtaşı(gre)nın başkalaşmasıyla Kuvarsit ‘’
• Kilin başkalaşmasıyla Şist(Mikaşist)oluşur

NOT: Tüm kayaların kökeni volkaniktir.Diğer kayaçların hepsi volkanik kayaların değişim geçirmiş halidir.

Türkiye'nin Akarsuları ve özellikleri

TÜRKİYE’NİN AKARSULARI VE ÖZELLİKLERİ:



Akarsularımızın genel özellikleri:

1-Akarsularımızın debisi yüksek değildir.
2-Akarsularımızın akış hızı yüksektir.
3-Akarsularımızın rejimi düzensizdir.
4-Bazı akarsularımız kaynağını dışarıdan alır. Asi ve Meriç.
5-Bazı akarsularımız da Türkiye’de doğar, dışarıda denize dökülür. Fırat, Dicle,Aras, Kura ve Çoruh
6-Akarsularımızdan şu şekilde yararlanılır.
-İçme suyu
-Sulama
-Turizm
-Balıkçılık
-Enerji üretimi
7-Türkiye’nin yeryüzü şekilleri çeşitli olduğundan akarsu havzalarımız da farklı özellikler gösterir.

BAŞLICA AKARSULARIMIZ

Karadeniz’e dökülenler

Çoruh: Üç ana koldan doğar. Çoruh, Oltu, Tortum çayları. Bunlar Yusufeli’nde birleşerek Gürcistan’dan denize dökülür. Vadi derin olduğu için Rafting sporları yapılır.

Harşit: Trabzon ve Gümüşhane dağlarından doğar.

Yeşilırmak: Üç ana koldan beslenir. Kelkit; Erzincan dağlarından doğar. Erbaa, Niksar ovasına gelir. Burada Sivas’tan diğer Yeşilırmak ile birleşir. Çarşamba’dan Denize dökülür.

Kızılırmak: İç ve Doğu Anadolu’dan kaynağını alır. En uzun kolu Sivas’tan doğar. İç Anadolu’da iç bükey bir yay çizer. Devrez Çayı ve Gökırmak ile birleşir. Daha sonra Bafra’dan denize dökülür.

Bartın çayı: Küre dağlarından doğar. Taşımacılık (az da olsa) yapılır.

Yenice: Üç ana koldan oluşur. Aras suyu ve Ulusu ile Bolu’dan geçer Büyüksu ile birleşir. Devrek’ten denize dökülür.

Sakarya: Porsuk Çayı ile Kısmir Çayı birleşerek Sakarya’yı oluşturur. Daha sonra Pamukovada Göksu ile birleşir ve Adapazarı’na ulaşır.


Marmara Denizine Dökülenler :

Susurluk: İç Batı Anadolu’da Şaphane Dağlarında doğar. Nilüfer çayıyla birleşerek Marmara’ya dökülür.

Ayrıca Gönen ve Karabaş çayları vardır.


Ege Denizine Dökülenler:

Meriç: Türkiye-Yunanistan sınırını oluşturur. Bulgaristan’da Rodop dağlarından doğar. Ege denizine dökülür.

Bakırçay: Aynı adı taşıyan graben boyunca akar.

Gediz: Kütahya’daki Murat Dağı'ndan doğar. İzmir körfezinin kuzeybatısından dökülür. Alaşehir ve Kumçayı ile birleşir.

K.Menderes: Bozdağlardan doğar. Kuşadası körfezinden denize dökülür.

B.Menderes: Kaynağını İçbatı Anadolu dağlarından alır .


Akdenize dökülenler:

Aksu: Eğridir Gölü ve Davras dağlarından kaynağını alır, Antalya’dan denize dökülür.

Manavgat: Karstik kaynaklarla beslenir. Kanyon vadileri içerisinde akar. Manavgat’tan denize dökülür.

Göksu: Taşeli platosundan iki kol halinde doğar. Kanyon vadilerden akar. Ermenek çayı ile birleşerek Akdeniz’e dökülür.

Seyhan: Aladağ ve Bolkar dağlarından doğar. Çakıtçayı ve Tahtalı Dağlarından doğan Göksu ile birleşir.

Ceyhan: Elbistan havzasını çevreleyen dağlardan kaynağını alan Ceyhan, Maraş’taki Aksu çayı ile birleşir. Çukurova’ya ulaşır ve İskenderun Körfezi'nden denize dökülür.


Basra Körfezi'ne dökülenler:

FIRAT:Erzurum dağlarından doğar, Karasu ile Karasu ve Aras Dağlarından doğan Murat kollarından oluşur.bu iki kol Keban barajına dökülür ve Barajdan çıktıktan sonra Fırat adını alır. Daha sonra Suriye ve Irak’tan geçerek Dicle ile birleşir. Şat-ül Arap adı altında dökülür.

DİCLE:Bitlis Dağlarının güney yamaçlarından doğar. Türkiye-Suriye sınırını oluşturur ve Irak topraklarına girer. Fırat’la birleşir ve Basra Körfezine dökülür. En önemli kolu Yüksekova’dan kaynağını alan Zapsuyu’dur.


Hazar Denizine Dökülenler:

KURA: Yalnızçam ve Allahûekber dağlarından doğar. Ardahan’ı geçtikten sonra Gürcistan’a girer, Aras ile birleşerek Hazar’a dökülür.

ARAS:Palandöken ve Kargapazarı dağlarından doğar. Iğdır ovasında, Çıldır Gölünden kaynağını alan Arpaçay ile birleşir ve ülkemizi terk ederek Kura ile birleşir.


AKARSU HAVZALARIMIZ

a) İç Anadolu Kapalı Havzaları:

1-Afyon-Akarçay havzası: Güneyde sultan dağları, Kuzeyde Emir dağları, kütlesi arasında çökme sonucu oluşmuş içinde Karamuk, Akşehir ve Eber göllerinin bulunduğu havzadır. Eber gölünün suları Akşehir’e dökülür. Akşehir’in suyu tuzlu, Eber’in suyu tatlıdır. Karamuk gölünün suları, bir düden vasıtasıyla Eğirdir gölüne dökülür.

2-Konya kapalı Havzası: Güneyde Toros dağları, kuzeyde Obruk platosu ile çevrilidir. Bu havzada Beyşehir gölünden gelen Çarşamba suyu dökülür. Bu havzaya dökülen akarsular, tuzlu bataklıkları besler.

3-Tuzgölü havzası: Tuzgölü çevresi, çökme sunucu oluşmuştur. Havzanın çevresindeki yüksek sahalardan gelen kısa boylu akarsular. Tuz gölüne dökülür.

b) Göller Yöresi Kapalı Havzaları:

1-Burdur gölü havzası: Çevreden gelen bir çok geçici akarsu ile, Tefenni ovasından gelen Eren çayı dökülür.

2-Acıgöl Havzası Doğudaki Söğüt dağlarından kaynağını alan geçici akarsular dökülür.

Göller yöresinde ayrıca Salda, Yarışlı, Burak ve Kestel gölleri kapalı havza özelliği taşır.

c) Van kapalı havzası:

Van gölünün güneyinde Bitlis, kuzeyinde ise volkanik dağlar uzanır. Van gölü, Nemrut dağından çıkan lavlar sonucu oluşmuştur. Van gölünün suyu sodalıdır.


AKARSULARIMIZIN REJİMLERİ:

Akarsu rejimi: Akarsuyun debisinin yıl içersinde gösterdiği alçalma yükselme halindeki seviye değişikliğidir.

Akarsuyun debisi: Akarsuyun her hangi bir yerindeki enine kesitinden 1sn’yede gecen su miktarına debi denir.

Debiye etki eden faktörler:

1) İklim (yağış sıcaklığı)
2) Bitki örtüsü
3) Havzadaki büyük kaynaklar ve yer altı suları
4) Yatağın geçirimliliği
5) Dağlardaki kar kalınlığı
6) Göller
7) İnsan

Rejime etki eden faktörler

1) Yağış rejimi
2) Yağış biçimi
3) Akarsu kaynağı
4) Sıcaklık ve buharlaşma
5) Havzanın genişliği
6) Arazinin şekli ve eğimi

AKARSU REJİM TİPLERİ

a) Yağmur Suları İle Beslenen Akarsular: Akdeniz ikliminin görüldüğü yerlerde, akarsularda yazın seviye düşmesi, kışında seviye yükselmesi görülür. Karstik kaynaklarla beslenen akarsularda, seviye düşmesi fazla olmaz. Akdeniz akarsu rejimi, barajın olmadığı akarsu veya kolunda görülür. Örnek: Baraj olan
Seyhan-Ceyhan-Gediz-Manavgat gibi akarsular doğal özelliğini kaybetmiştir.

b) Kar ve Buz Suları İle Beslenenler: Bu rejim, yağışın büyük bölümünün kar şeklinde düştüğü yüksek dağlardan kaynağını alan akarsularda görülür. Örnek: D. Karadeniz ve D. Anadolu akarsuları. Bu tip akarsularda, akım seviyesi Mart- Ağustos arasında yükselir, kışın düşer.

c) Kaynak sularıyla beslenenler: Örnek: Manavgat ve Köprücay’dır.

d) Gölden çıkan akarsular:

1-Beyşehir gölünden çıkan ve Konya arazisini sulayan Çarşamba suyu
2-Eğirdir gölünden çıkan Kovada çayı.
3-Manyas gölüne ulaşıp, tekrar gölden çıkan Koçaçay
4-Ulubat gölünü ulaşıp tekrar gölden çıkan Kemalpaşa- Orhaneli
5-Erzurum ovasının doğu ve güneyindeki bataklık ve göllerden çıkan Karasu
6-Çıldır gölünden çıkan Arpaçay

e) Karma rejimli akarsular: Ülkemizdeki büyük akarsulardan Kızılırmak, Yeşilırmak, Sakarya, Fırat ve Dicle önemli karma rejimli akarsulardandır.Bu tür akarsular, farklı iklim bölgelerinden beslenir.



kaynak:

www.cografyam.net

Siyasi coğrafya neden önemlidir?

Siyasi Coğrafya Neden Önemlidir?
--------------------------------------------------------------------------------

Siyasî Coğrafya, özellikle 19.yüzyılın son yıllarında, Dünya ölçeğinde söz edilmeye başlanmış bir bilim dalıdır. 20.yüzyılın ilk çeyreğinin ve ikinci çeyreğinin sonlarında meydana gelen Dünya Savaşları’nın ortaya çıkışında, seyredişinde, sonuçlanmasında ve savaş sonrası dönemlerde uygulanan savaş stratejilerin ortaya konulmasında, büyük ölçüde Siyasî Coğrafyadan yararlanılmış ve Siyasî Coğrafyacıların düşüncelerine büyük ihtiyaç duyulmuştur. İhtiyaç, gelişmeyi getirmiş ve böylece Siyasî Coğrafya bilimi üzerinde, teorik ve uygulamalı araştırmalara hız verilmiştir.

Gerçi Dünya, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler Teşkilâtı gibi önemli bir uluslar arası teşkilâtın kurulmasına sahne olmuşsa da, siyasi bloklaşmanın önüne geçilememiştir. Bu nedenle, Siyasî Coğrafya; İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Doğu-Batı Bloku çekişmesi altında gelişmesine devam ettirmiştir. Ancak bu gelişme, her iki blokta da aynı ölçekte ve aynı frekanslarda olmamıştır.

Karl Marks’ın fikirlerinin baz alındığı komünizmin uygulandığı Doğu Bloku’nda Coğrafya Bilimi çok sınırlı ölçüde ele alınmıştır. Özellikle Marks’ın “Kapital” adlı eserinde, daha çok Sosyoloji, Felsefe, ekonomi ve Tarih bilimleri öğretilerine geniş yer vermesi yanında coğrafî alandan pek fazla söz etmemesi, Marksizm’i benimsemiş Doğu Bloku ülkelerde Coğrafyanın şekil değiştirmesine yol açmıştır. Özellikle Marksist Coğrafyacılar, Fizikî Coğrafyaya, bu arada özellikle jeomorfoloji bilimine eğilmişlerdir. Marksist Coğrafyacıları, beşerî Coğrafya özellikle Siyasî Coğrafya pek fazla ilgilendirmemiştir. Bu eksikliği, bu tip ülkelerde ekonomik, sosyal, siyasal ve askerî alanda çalışma yapanlar doldurmaya çalışmışlardır.

1989 yılında Doğu Bloğunun çözülmesi ve Batı Bloğunun özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin tek güç olarak ortaya çıkmasının ardından, Doğu Bloğu ülkelerde de Siyasî Coğrafya bilimine ilgi duyulmaya başlanmıştır.

21.yüzyılın başlangıcında, tüm dünya ölçeğinde en fazla ilgi duyulan bilim dallarından biri şüphesiz Siyasî Coğrafyadır. Bugün artık Siyasî Coğrafya dalında, en küçük ülkelerdeki coğrafyacılar tarafından da ilgi duyulmakta ve çok sayıda araştırmalar yapılmaktadır.

Öyle görülüyor ki; 21.Yüzyıl, âdeta Siyasî Coğrafyacıların yönlendirdiği bir yüzyıl olacaktır. Bunun belirtileri, özellikle 1989 sonrası 10 yıl içinde bu sahada A.B.D ve Avrupa ülkelerinde yayınlanmış çok sayıda araştırma, inceleme ve projelerde görülmektedir.

1989 yılı yani Doğu Bloğunun çöküşü, Türkiye’de de büyük yankı bulmuştur. Özellikle eski Sovyetler Birliği egemenliği altındaki Türk Ülkelerinin bağımsızlıklarına kavuşması, Türkiye’nin Dünya siyasetinde aktif bir rol üstlenmesi için gerekli şartlar oluşmuştur. Ancak oluşan bu şartları, Türkiye; tam anlamı ile değerlendirebilmiş midir? Yoksa yakalanan fırsatların çoğunu kaçırmış mıdır? Türkiye, Türk dünyası platformunda siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan üzerine düşen kaynaştırıcılık, birleştiricilik ve bütünleştiricilik etkinliğini sağlayabilmiş midir? Örneğin Türk Birliği için gerekli adımı atabilmiş midir? Yoksa, Türk Birliği oluşumu için gerekli tüm girişimlerin önüne, Süper güçler tarafından ırkçılık ve faşistlik bahanesiyle ile konan takozlara mı takılmıştır? Tüm bu soruların cevabını, Türkiye’nin Siyasî Coğrafyası’nın ayrıntılı bir şekilde araştırılmasında aranmalıdır.

Türkiye’nin Siyasî Coğrafyası ile Dünya Siyasî Coğrafyası arasında sıkı bir ilişki olduğu anlaşılır. Çünkü Türkiye, dünya platformu üzerinde yer alan ülkelerden birini teşkil eder. Bu nedenle Türkiye’yi, dünya üzerinde meydana gelen siyasi oluşumlardan soyutlamak imkansızdır. Bu açıdan ele alındığında, Türkiye toprakları; son yedi yüz yıl içinde çok hızlı bir değişim geçirmiştir. 13.yüzyılın sonunda, Anadolu topraklarında yeşeren bir Türk Beyliği, kısa sürede gelişmiş ve 15 ve 16.yüzyılda Dünya Hakimiyetini elinde bulunduran Süper bir güç olmuştur. Söz konusu bu süper güç 17.yüzyıldan itibaren duraklamaya başlamış ve bu duraklama 18.yüzyılda gerilemeye dönüşmüştür. 19.yüzyılda da devam eden gerileme 20.yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında çöküşle sonuçlanmıştır. Altı yüzyıl süper güç olma özelliğini gösteren Osmanlı Devleti’nin ardından kurulan yeni ve genç Türkiye Cumhuriyeti, kendini bloklara ayrılmış bir dünya içinde bulmuştur. Sömürgecilikte zirveye ulaşan ve kan dökmede birbiri ile yarışan Doğu ve Batı Bloku, tüm dünya üzerinde sürekli terör ve zulüm kasırgaları estirmiştir. Asya, Güney Amerika ve Afrika ülkelerinde etkili olan bu kasırga, özellikle Ortadoğu bölgesinde şiddetini kat kat artırmıştır. Türkiye de, bir Ortadoğu bölgesi ülkesidir. Bu nedenle, son yüz yıl içinde, Türkiye; kan, işkence ve zulüm üzerine kurulan 20.yüzyıl Dünya Düzeni içinde ayakta kalma mücadelesi ile uğraşmıştır.

Türkiye; 20.yüzyılda siyasi coğrafya açısından değerlendiremediği fırsatları yakalamada, 21.yüzyılda daha aktif ve daha kararlı olmak zorundadır. Çünkü fırsatların kaçırılması, ülkeye çok pahalıya mal olmaktadır. Nitekim 20.yüzyılda uygulanan "Suya, sabuna dokunmadan yaşamaya devam etmek” politikası, ülkenin siyasal ve sosyal bunalımlara girmesine, artan enflasyon ve bütçe açıkları sonucunda ekonominin bozulmasına ve işin en önemlisi kültürel ve eğitim alanındaki yozlaşmanın sonucunda Türk insanının ahlak çöküntüye uğramasına yol açmıştır. Şüphesiz siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik çöküşün hızlanması, ülkenin gerilemesine ve hatta devletin sarsılması tehlikesi ile karşı karşıya gelmesine sebep olmuştur.

Türkiye; 21.yüzyılı çok iyi bir şekilde değerlendirmek zorundadır. Ancak bunu nasıl becerebilecektir? Türkiye; dünya platformunda hakim güç haline nasıl gelebilecektir? Türkiye için cevaplanması mutlaka gerekli olan bu tür soruların cevabı, ülkenin siyasi coğrafya özelliklerinde yatmaktadır.


NOT: Bu yazı, Prof.Dr. Ramazan ÖZEY'in Aktif Yayınlarından yayınlanmış olan "Dünya ve Türkiye Ölçeğinde Siyasi Coğrafya" adlı kitabından alınmıştır.

Azınlıklar sorunu

AZINLIKLAR

Türkiye ve Yunanistan arasında yoğun tartışmaların yaşanmakta olduğu hemen her dönemde gündeme gelen azınlıklar konusu, uluslar arası sistem ve hukuk kurallarına getirilen yeni hükümler çerçevesinde giderek bir insan hakları sorunu olarak algılanmaya başlanmıştır.

Gerçekten de, Yunanistan'ın "Megalo İdea" olarak adlandırmış olduğu, eski Bizans toprakları üzerinde Büyük Yunanistan'ın yeniden kurulması rüyası, Yunan kuvvetlerinin Anadolu topraklarına ayak basmasıyla bu yöndeki ilk adım olarak değerlendirilmiş ve hem bu rüyaya inanarak Anadolu'yu işgal hareketine katılanlar hem de Osmanlı toprakları üzerinde yaşamlarını sürdürmekte olan Yunan kökenliler/Rumlar arasında kısa sürecek bir sevinç yaşanmıştır. Ancak, savaşın Türklerin yengisi ile sonuçlanması, bu rüyaları yıkmış ve hem savaşla birlikte Anadolu'ya gelen Yunanlıların hem de daha önce Anadolu'da yerleşmiş bulunan Rumların bu topraklardan Yunanistan'a göç etmelerine yol açmıştır.

Savaş dönemi ile birlikte, iki ülke arasında kitlesel göçlerin yaşanması, beraberinde yoğun bir ekonomik ve toplumsal bunalımı ortaya çıkarmıştır. Özellikle, Yunanistan'da bu bunalım oldukça sarsıntılı olmuştur. Savaşın sonunun belli olması ve Yunanistan'ın ağır bir yenilgi almasından sonra kitlesel göçlerin yaşanması, Lozan Görüşmeleri sırasında gündeme gelmiş ve bu konuda taraflar arasında bir anlaşmanın yapılması gereği üzerinde görüş birliğine varılmıştır. Bunun sonucunda, daha Lozan Barış Antlaşması imzalanmadan, Türkiye ve Yunanistan arasında, karşılıklı olarak göç eden insanların hak ve statülerini düzenleyen bir anlaşma imzalanmıştır.

Azınlıklar sorununun Türk-Yunan ilişkilerinde hem bir iç politika sorunu hem de dış politika sorunu olarak gündeme gelmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin Kıbrıs sorunu nedeniyle gerginleşmesine koşut olmuştur. 1950 ortalarına kadar ikili ilişkilerin dostluk ve işbirliği havasında gelişmesi hem Yunanistan'da hem de Türkiye'de azınlıklara yönelik politikaların ılımlı ve sevecen olmasında etkili olmuştur. Gerçekten de, bu dönemde Türkiye'de azınlıklar DP iktidarının sağlamış olduğu kolaylıklardan yararlanarak parlamentoda temsilci bulundururken Yunanistan'da da Türk/Müslüman azınlığın çeşitli sorunlarına çözüm bulunmaya çalışılmıştır.

1960'ların ortalarından başlayarak, Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs konusu üzerinde yoğunlaşan ve ilişkileri sertleştiren gelişmeler, azınlıkların, karşılıklı olarak, yaşadıkları toplumdan dışlanmasına yol açan kimi uygulamalarla karşılaşmalarına neden olmuştur. Her iki toplumda da azınlıklar diğer ülkenin ajanları olarak algılanmaya başlanmıştır. Kıbrıs sorununun kamuoylarında ulusal bir dava olarak propagandalara konu edilmesi, azınlıkların durumunu güçleştirmiştir. 1963-64 Kıbrıs olayları ise, Türk Hükümeti'nin, 1930 Sözleşmesine son vererek bu sözleşmeden yararlanarak İstanbul'da çalışmakta olan Yunanlıları ülkelerine geri göndermesine neden olmuştur.

Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı'nın nüfusunun 150.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Lozan belgelerine göre, 1923 yılında 129.120 olan Batı Trakya Türk nüfusu bölge nüfusunun % 68'ini teşkil ederken, bugün 150.000 nüfusla bölge nüfusunun ancak % 35'ini oluşturmaktadır. Lozan Antlaşması'nın imzalandığı tarihte ve Lozan Konferansı belgelerine göre toprak mülkiyetinin % 84'üne sahip olan azınlığın bugün sahip olduğu toprak oranı ise % 20'ler civarındadır.

ege denizi ve kıta sahanlığı sorunu

EGE DENİZİ VE KITA SAHANLIĞI PROBLEMİ

1923 Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi'nde karşılıklı dengelerin kurulmuş olmasına karşın, bu denge 1930'ların ikinci yarısından itibaren, özellikle Avrupa ve Balkanlarda bazı ülkelerin revizyonist istemlerle ortaya çıkmalarından sonra, hem Türkiye hem de Yunanistan açısından, bazı değişikliklere uğramıştır. Yunanistan, ulusal karasuları sınırını 3 deniz milinden 6 deniz miline genişleterek İtalya'dan gelebilecek olası bir saldırıya hazırlanırken, Türkiye, Lozan Antlaşması’nın Türk Boğazları üzerinde saptamış olduğu statünün yeni gelişmeler çerçevesinde gözden geçirilmesini ve Boğazlar üzerindeki Türk egemenliğinin kesin olarak sağlanmasını istemiştir. Böylece, Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye, Boğazlar üzerinde egemenliğine yeniden kavuşmuş ve bu bölgelerin silahsızlandırılması yükümlülüğünden kurtularak ulusal güvenliği açısından önemli bir boşluğu kapatmıştır.

Türkiye ve Yunanistan arasında, Ege Denizi üzerinde yoğunlaşan görüş farklılıklarının giderilmesi çabalarını güçleştiren önemli bir faktör ise, bu bölgenin hemen her açıdan benzersiz bir görünüm sergileyerek, taraflar arasında çıkan bir dizi yorum farklılığını çözümleyebilecek hukuksal kuralların saptanabilmesini güçleştirmesidir. Uluslararası Deniz Hukukunun, devletlerin denizlere ilişkin egemenlik haklarına getirmiş olduğu yenilikler, özellikle Ege Denizi'nin coğrafi/jeolojik yapısı dikkate alındığında, Türkiye ve Yunanistan arasında yorum farklılıklarına, giderek uzlaşmazlıklara neden olmaktadır. Ege Denizi'nde adaların yoğun bir dağılım göstermekte oluşu ve Anadolu sahillerinden 3 deniz mili ötedeki adaların bazılarının isimleri belirtilerek antlaşmalarla Yunanistan'a bırakılmış olması, Ege Denizi'ne kıyıdar devletlerden herhangi birinin egemenlik haklarını genişletmek istemesi durumunda, diğer devletin, bu yöndeki bir gelişmeyi kendi egemenlik haklarına yönelik bir tehdit olarak algılamasına yol açmaktadır.

Kıta Sahanlığında mevcut anlaşmazlığın temel nedeni ekonomik kaynakların paylaşılması yanında, çizilecek sınırın ileride egemenlik haklarını belirleyen gerçek bir sınıra dönüştürülmesi ihtimalidir. Diğer bir deyişle Ege'de kıta sahanlığının sınırlandırılması, her iki ülke yönünde de Ege'nin paylaşılması anlamına gelmektedir.

Kıta sahanlığı konusunda iki ülkenin de "şimdilik" kaydıyla uluslararası sularda petrol arama faaliyetlerine girişmeyeceklerini açıklamalarından sonra, iki ülke arasındaki olası savaş riski geçici olarak ertelenmiş bulunmaktadır. Gerçi gerginlik atlatılmıştır, ancak, taraflar arasında sorunun özüne ilişkin görüş ayrılıklarının yanı sıra sorunun hukuki mi yoksa siyasi bir sorun mu olduğuna ilişkin yaklaşım farklılıkları da gündemde varlığını sürdürmektedir.

Nato komuta kontrol sorunları

NATO KOMUTA KONTROL SORUNLARI

Ege Denizi’nde, Türkiye ve Yunanistan arasında sürmekte olan mücadele, bu ülkelerin NATO çerçevesindeki ilişkilerine de yansımakta ve bazı sorunlara neden olmaktadır. 1952 yılında, NATO savunma sistemine katılan Türkiye ve Yunanistan’ın aynı kanatta yer almaları, savunma planları ve askeri sorumluluklar açısından, iki ülke arasında kimi dengelemelerin yapılmasını gerektirmiş; NATO ittifakının güneydoğu kanadını oluşturacak olan bu iki ülke silahlı kuvvetlerinin, sorumluluk sınırlarının belirlenmesi, NATO’ya tahsis edilecek kuvvetlerin bağlanacağı komutanlıkların saptanması önemli uğraşlar gerektirmiş, sonuçta, yapılan düzenlemelerle Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya tahsis etmiş oldukları kuvvetlerden kara ve hava kuvvetleri SACEUR Yüksek Kumandanlığı’na verilmiş ve bunların Güney Avrupa Harekat Sahası Başkumandanlığı’na tabi olmaları kabul edilmiştir. Deniz kuvvetleri ise geçici bir dönem için, “şimdilik” kaydıyla, kendi Genelkurmay Başkanlıklarının emri altında bırakılmışlardır.

1957 yılında yapılan bir düzenleme sonucunda, Ege Denizi’ndeki deniz kuvvetlerinin kontrolü Yunanistan’a bırakılmış, Türkiye’nin ulusal karasuları dışında kalan bölgelerde Yunanistan’ın komuta kontrol sorumluluğu kabul edilmiştir. Buna karşın, Türkiye’nin sorumluluk bölgesi olarak da Boğazlar, Karadeniz ve Akdeniz belirlenmiştir. Süreç içerisinde yapılan çeşitli düzenlemelerle, daha önce Ege Denizi’nin ortasından geçmekte olan hava savunma sorumluluk alanları, giderek, Türk karasuları sınırına kadar kaydırılmıştır.

1974 Kıbrıs olayları, bir yandan Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri sarsarken, diğer yandan da, Yunanistan’ın NATO askeri kanadından kopması, NATO savunma sisteminin güneydoğu kanadında önemli bir çatlak ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda, NATO güneydoğu kanadında sorumluluklar yeniden düzenlenmiş ve İzmir’deki COMLANDSOUTHEAST-Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve COMSIXATAF-Altıncı Müttefik Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Türk komutanlarının denetimi altına girmiş ve adı geçen karargahlar Türk-NATO karargahlarına dönüşmüştür.

Yunanistan’ın NATO ittifakının askeri kanadından ayrılması 1977 yılından itibaren yoğun olarak eleştirilmeye başlanmış; Yunanistan, yeniden NATO askeri kanadına dönüş yolları aramaya başlamıştır. Özellikle, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi’ne ve Kıbrıs’a ilişkin uzlaşmazlık sürerken ABD’nin uygulamakta olduğu silah ambargosunun Türk-Yunan güç dengesini pek fazla değiştirmemiş olduğu anlaşılınca ve askeri kanattan ayrılma dış politikada umulan yararı sağlamakta yetersiz kalınca, Yunanistan, bu kez, 1974 öncesi koşullar altında ittifakın askeri kanadına dönmenin yollarını aramaya başlamıştır.

Türkiye’nin kararlı karşı çıkışları sonucunda, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüşü 1980 Eylülüne değin sürdürülen görüşmelerde sonuca bağlanamamıştır. Türkiye’deki 12 Eylül askeri darbesi sonucunda iktidara Ordunun el koyması, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönmesi için gereken “olumlu” ortamı sağlamıştır. Önceden NATO Başkomutanı A. Haig aracılığı ile yürütülen Yunanistan’ın askeri kanada dönüş çabaları, 1979’da göreve gelen B. Rogers tarafından sürdürülmüş ve bu çabalar, Türkiye’de ordunun iktidara el koymasından sonra ses getirmeye başlamıştır. İhtilalden bir ay sonra, Yunanistan’ın askeri kanada dönüşü için gerekli görüş birliği sağlanmış ve Türkiye, bu konudaki vetosunu kaldırarak Yunanistan’ın dönüşünü kabullenmiştir .

Türkiye'de İklim ve iklim elemanları

TÜRKİYE’DE İKLİM ELEMANLARI


1) SICAKLIK:

a) Yıllık ortalama sıcaklık dağılışı: Ülkemizde yıllık ortalama sıcaklık 20oC ile 3oC arasında değişir. Yıllık ortalama sıcaklık, yükselti ve karasallığın etkisine bağlı olarak kıyılarımızdan iç kısımlarına doğru ve batıdan doğuya doğru sürekli düşer. Ülkemizin en sıcak kesimleri, Akdeniz kıyı kuşağı ile G.Doğu Anadolu’nun güneyidir. (18oC). 18-14oC arasında olanlar. Akdeniz’in kuzey kesimleri ve kıyı bölgeleridir. İç Anadolu 10-12oC, D. Anadoluise4oC’nin altına düşer.

b)Ocak ayındaki ortalama sıcaklık dağılışı: Bu ayda bölgelerimiz arasında farklılıklar görülür. Kıyı bölgelerimiz ile G.D.An. ortalama 0oC’nin altında düşmezken D. An. da, -10oC’nin altına düşer. Ege’de 5o –10oC, Marmara’da 0o-5oC arasında seyreder. Karadeniz kıyılarında, diğer kıyılarımıza göre düşüktür. Kışın ülkemizin kuzeydoğusu ile güney ve güneybatısı arasında 20oC’ye varan farklar vardır.

c) Temmuz Ayındaki ortalama sıcaklık dağılışı: Temmuz ayında en yüksek sıcaklıklar G.Doğu Anadolu’da (30-35oC) görülürken, K.Doğu Anadolu’da en düşük sıcaklıklar görülür. (20oC’nin altında) yaz mevsiminde genel olarak ülkemizin her tarafında sıcaklık yüksektir. Yaz aylarında günlük sıcaklık değişmelerinde iç kısımlarda kıyı bölgelerimiz arasında önemli farklar görülür. Kıyı ile iç kesimler arasında 5-10oC’lik fark vardır.

d) Türkiye’de don olayı ve önemi: Don olayının olduğu günlerin süresi ve şiddeti bölgelerimize göre önemle değişme gösterir. Yıllık ortalama donlu gün süresi, Doğu An. yükselen platolarında altı ayı bulur. İç Anadolu’da üç ayı geçer. Kıyı bölgelerimizde 10 günü geçmemektedir. Genellikle donlu günler D.An.Kasım ayında başlar. Mart sonunda kadar devam eder. Tüm bölgelerimizde don olayı meydana gelir.

EN DÜŞÜK SICAKLIKLAR:

K.Doğu An. görülür. Burada bazı yıllarda kışın sıcaklık –40oC’nin altına düşer. İç Anadolu’da –20oC’nin altına iner. Eğe kıyılarında –7,-8oC, Akdeniz kıyılarında –3,-4oC’yi bulur. En düşük sıcaklıkların D.Anadolu’da olmasının sebebi, kar örtüsünün uzun süre yerde kalması ve çukur alanlarda sıcaklık terslemesi meydana gelmesidir.

SICAKLIK TERSLEMESİ

Kışın havanın açık ve rüzgarın olmadığı günlerde yüksek yerlerde aşırı derecede soğuyarak ağırlaşan hava kütlesi ,çukur sahalarda yığılması ile meydana gelir.

Don olayı, tarımsal ürünlerin türü ve yetişme süresi, yerleşme, konut tipleri, ulaşım ticaret ve inşaat gibi faaliyetler üzerinde etkilidir. Tarım ürünlerinin verimi üzerinde ilk ve son don olayları etkili olmaktadır.


2-TÜRKİYE’DE BASINÇ VE RÜZGARLAR:

a) Günlük Rüzgarlar:

1) Kıyılarda oluşanlar: Yaz mevsiminde özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarında oluşur. Gündüz deniz, karadan sıcak olduğu için Y.B,Karalar A.B durumdadır. Böylece denizden karaya rüzgar oluşur. Bunlara deniz meltemi, gece ile tersi olur. Karadan denize rüzgar eser. Bunlara kara meltemi denir.deniz meltemlerine Ege’de İmbat denir.

2) İç kesimlerde oluşanlar: Yaz mevsiminde gündüz, soğuk olan vadilerden sıcak olan dağ yamaçlarına doğru rüzgarlar oluşur. Bunlara; vadi meltemi denir. Gece ise tersi olur. Yamaçlardan vadilere doğru rüzgar oluşur, bunlara da dağ meltemi denir.

b)Yerel Rüzgarlar:

Yerel rüzgarlar ülkemizin çevresindeki hava kütleri deniz kara basınç farkından dolayı oluşur.

Kış durumu: Eylül ayından itibaren Anadolu’nun iç kısımları yüksek basıncın kıyı bölgelerimizde alçak basıncın etkisinde kalır. Kışın soğuk karakterli, yazında serin ve kuru olan, çoğunlukla kuzeydoğudan esen rüzgarlara poyraz denir. Yine kışın soğuk karakterli, olup, Karadeniz ve Marmara’da kuzeybatıdan esen rüzgarlara karayel denir. Daha ılık ve yağışlı dönemlerde Akdeniz Ege ve Marmara’da etkili olan ve güneybatıdan ese ılık rüzgara lodos denir.

Yaz durumu: Nisan ayından itibaren, kuzeybatı Avrupa üzerinden, Basra’ya doğru genel bir hava akımı oluşur. Marmara ve Ege’yi etkisene alan bu rüzgarlara Etezyen adı verilir. Torosları aşan etezyen, Föhn rüzgarları oluşturur. Kıyılar iç kesimlere göre yüksek basınç oluşturduğundan, rüzgarlar oluşur. Güneyden esen sıcak ve kavurucu rüzgarlara samyeli denir.


3-TÜRKİYE’DE NEMLİLİK VE YAĞIŞ:

Oluşumlarına göre yağış tipleri:

1) Yamaç (Orografik) Yağışları: Nemli hava kütlesinin bir yamaç boyunca yükselerek soğuması sonucu oluşurlar. Yamaç yağışları çoğunlukla; dağların denize bakan yamaçlarında rüzgarların etkili olduğu yerlerde oluşur. Ülkemizde Karadeniz, Akdeniz bölgelerinde,Ege’de görülür.

2) Konveksiyonel yağışlar: İç kurumlarda ısınan havanın yükselerek soğuması sonucu oluşur. Özellikle ilkbahar başlarında İç Anadolu ve D Anadolu bölgesinde görülür. Bu yağışlara İç Anadolu’da Kırkikindi yağışları denir.

3) Cephe yağışları (Frontal): Sıcak ve soğuk hava kütlelerinin karşılaştığı alanlarda, sıcak havanın soğuk hava üzerine çıkarak soğuması ve yoğunlaşmasıyla oluşan yağışlardır. Türkiye’de en fazla Akdeniz ve G.Doğu Anadolu’da kış mevsiminde görülür.


TÜRKİYE’DE YAĞIŞ ÇEŞİTLERİ VE ÖNEMİ

A) Yerde Oluşanlar:

1) Çiy: Genelde ilkbahar ve sonbahar aylarında, havadaki su buharının soğuk bitkiler ve cisimler üzerine temasıyla soğuması ve damlalar halinde yoğunlaşmasıyla oluşur.

2) Kırç: Havanın açık ve soğuk olduğu kış günlerinde, açık yüzeyler fazla soğur havadaki nem toprak , teller ve ağaçlara çarparak buz haline gelir.

3) Kırağı: Havadaki su buharının 0oC’nin altında yoğunlaşarak buz kristalleri haline dönüşmesiyle kırağı oluşur.

B)Gökyüzünde Oluşanlar:

1) Yağmur: Havadaki su buharının yoğunlaşarak damlalar halinde yeryüzüne düşmesiyle oluşur. Genelde kıyı bölgelerimizde yağmur fazladır.

2) Kar: Yoğunlaşma 0oC’nin altında buz kristalleri şeklinde olursa kar oluşur. Kar yağışları genellikle Ekim sonunda başlar. 1000m’yi aşan dağlardaki yağışlar kar şeklindedir.

KARIN YERDE KAMA SÜRESİ

Akdeniz ve Eğe kıyılarında : 1-2 gün

Marmara ve Karadeniz : 10-20 gün

İç Anadolu’da : 20-40 gün

Doğu Anadolu’da : 120 günü geçer.

Kar örtüsü, bazı tahılların yetişmesinde olumlu etki yapar. Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde yoğun kar yağışı çığların oluşmasına yol açar. Çığ, ulaşımın aksamasına ve yolların bozulmasına neden olur.

3) Dolu: Yağmur sularının sıcaklığın aniden düşmesi ve donması sonucu dolu meydana gelir. Daha çok iç bölgelerimizde oluşur.

TÜRKİYE’DE YAĞIŞIN DAĞILIŞI:

Ülkemiz genelin yıllık yağış ortalaması 600mm civarındadır. Yağışın dağılışında kıyı ve iç bölgelerimiz arasında önemli farklar vardır. En az yağışı, Tuz gölü çevresi, Iğdır, Konya ovası, Yusufeli-Tortum gölü arası, Malatya ovası alır. En fazla yağışı ise Karadeniz ve Akdeniz kıyıları alır. Özellikle, Rize çevresi, Batı Karadeniz, Antalya bölümü, Hatay ve Hakkari bölümü.

Sonuçlar:

1-En fazla yağışı, ülkemiz kuzey ve güneyinde yer alan dağ kuşakları alır.

2-Yağış kıyıdan iç kısımlara gidildikçe azalır.

3-Yıllık yağış miktarının en az olduğu bölgemiz İç Anadolu’dur.

TÜRKİYE’DE SİS ve ÖNEMİ:

SİS: Havadaki su buharının yüzeye yakın yerlerde yoğunlaşmasıyla oluşur. Görüş mesafesinin 1 km’in altında düştüğü günler “sisli günler” ol-kabul edilir. Sisli günler en fazla, İç Anadolu’nun kuzeybatısı ,İstanbul Boğazı ve kuzey kıyılarımızda; en az ise, Ege ve Akdeniz kıyılarında.

Oluşumlarına Göre Sisler

1-Kara sisi: Kara kütlesinin geceleyin soğuması ve havadaki nemin yoğunlaşmasıyla oluşur. Kışın karla kaplı Anadolu’da sık sık kara sisi oluşur.

2-Kıyı sisleri: Karadan gelen soğuk bir hava kütlesinin deniz yüzeyini kaplamasıyla veya denizden gelen ılık bir havanın soğuk olan, kıyı kesimini kaplamasıyla oluşur.

3-Yamaç sisleri: Yamaçlar boyunca yükselen nemli havanın soğumasıyla meydana gelir. Karadeniz’de dağların kuzeye bakan yamaçlarında sık sık oluşur. Sisli günlerde havada bulunan nem fazladır. Sis hava kirliğini artırır. Aynı zamanda deniz ve kara ulaşımını olumsuz etkiler.

TÜRKİYE’DE KURAKLIK VE KURAK BÖLGELER:

Kuraklık ; yağış yetersizliği veya su azlığı demektir. Bir yere düşen yağış miktarı buharlaşma ile su kaybını karşılayamadığından kuraklık başlar. Ülkemizde kuraklığın en fazla olduğu yerler, Güney Doğu Anadolu ve İç Anadolu’dur. Yağış miktarlarının yıllara göre değişmesi, kuraklık üzerinde etkilidir. Yağışın azaldığı yıllarda kuraklıkta artar. Kuraklığın en az olduğu yerler, Karadeniz kıyılarıdır. Kuraklığın fazla olması tarımsal üretimi azaltır. Aylık yağış miktarlarında da önemli değişmeler görülür.


TÜRKİYE’DE HAVA TAHMİNLERİ

Hava tahminlerini Meteoroloji Müdürlüğü yapar. Hava tahminlerine ait değerleri gösteren haritalara sinoptik haritalar denir. Hava tahminleri basınç, sıcaklık,bulutluk durumu ile rüzgarın hızı ve sisliği yön dikkate alınarak, cephelerin özellikleri gidiş yolları belirlenerek yapılır. Sinoptik haritalarda; soğuk cephe İçi Dolu üçgen, sıcaklık cepheler ise yarım daireler şeklinde gösterilir.

Havanın bulutlu olduğu günlerde gün içindeki sıcaklık değişmelerinin azalacağı anlaşılır. Bulut aşırı ısınması ve soğumayı önler. Sinoptik haritalarda izobarlar sıkışık ise rüzgarın hızlı, seyrek ise yavaş eşeği anlaşılır.



http://www.cografyam.net/

Coğrafya'da SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK kavramı

Coğrafya'da Sürdirilebilirlik Kavramı


Sürdürülebilir Gelişme;

Gelecek nesillerin kendi gereksinimlerini karşılayabilmelerini tehlikeye atmadan bugünün ihtiyaçlarına karşılamaktır.


Sürdürülebilir Tarım;

Tarımsal faaliyetin uzun dönemde verimliliği çevreyi koruyacak, ekonomik gelişmeyi sağlayacak, kırsal yaşam kalitesini yükseltecek şekilde yönlendirilmesidir.

Bir başka deyişle tarımın sürekli yapılabilme olanaklarına sahip olmasıdır.

Tarımsal çeşitlilik korunur ve bu tarıma konu olan ürünler gelecek nesillere aktarılır.


Ekolojik Sürdürülebilirlik;

Çevreyi en fazla doğanın kendi kendini yenileyebileceği kadar doğadan faydalanmaktır. Bu kapsamda sürdürülebilirlik biyofiziksel işlemler ile ekosistemin devam eden üretkenliği ve fonksiyonu üzerinde odaklaşır. Aynı zamanda uzun dönemde kaynakların kalite ve üretkenliği, su ve toprak gibi fiziksel şartların korunması, genetik kaynakların korunması, biyolojik farklılıkların muhafaza edilmesi gibi konularda ekolojik sürdürülebilirlik kavramı içine girer.


Sosyal Sürdürülebilirlik;

Gıda ve barınma gibi temel gereksinimlerin sürekli temini yanında güvenlik, eşitlik, özgürlük, eğitim, istihdam gibi kültürel ve sosyal zorunluluklarda karşımıza çıkar. Bu da çeşitli olumsuzlukları beraberinde getirir bu olumsuzlukların önlenmesi ve gerekli önlemlerin alınmasıdır. Örneğin; kırdaki olumsuz şartlardan dolayı kırdan kente göç yaşanmaktadır bu kırdan kente göçü önlemek.


Ekonomik Sürdürülebilirlik;

Bir yatırım alanına gerektiği kadar yatırım yapmak ve bunun karşılığını alabilmektir. Başka bir deyişle insanların karnını doyurabilmek için yeteri kadar yatırım yapmak ve bu yaıtırımın karşılığını almaktır.

Süreklilikte ekonomik yaklaşım, tarımsal üretici açısından uzun dönemli faydayı hedefler ayrıca ekonomik performans, düşük tarımsal ürün fiyatları, azalan üretim, yüksek üretim maliyeti veya bunlara benzer olumsuz koşullar nedeniyle tarımsal işletmelerin varlığı ekonomik açıdan sürdürülebilirliği ortaya çıkaran faktörlerdir.


Mustafa YİĞİT



www.cografyaciyiz.com

www.cografyaokulu.net




Kaynak Göstererek Kullanabilirsiniz.

En az birini kaynak gösteriniz.

Coğrafya'da SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK kavramı_V3.pdf

en son haline Sürdürülebilir Kalkınma kavramı eklenmiştir.



Dosyayı İndirme Linki:
http://www.cografyafakultesi.com/download.php?file=fdc24aad4efee5c27b644ae7c86ce02b

Mustafa YİĞİT
Gururla sunarım...
kaynak gösterilmeksizin kullanılması Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırıdır.

Çin Halk Cumhuriyeti

Genel Özellikler

Çin Halk Cumhuriyeti'nin topraklan Doğu Asya'da uçsuz bucaksız bir alana yayılır. 1 milyarı aşkın nüfusu dün ya nüfusunun % 25'ini aşmaktadır.



Güneybatısında ve doğusunda yüksek dağlarla kaplı bölgeler, kuzeyde ve kuzeybatıda yaylalar ve yüksek havzalara kuzeydoğuda ise alçak ovalara rastlanmakta-dır. Ülkede karasal, çöl ve astropikal iklimler etkili olmak tadır. Yaz musonu ülkeye bol yağış getirirken, kış musonu kuraklığa neden olmaktadır.



Ülkenin dış alımı, makine, motorlu taşıtlar, buğday, çelik çeşitleri, kimyasal ürünler,



Dış satımını ise tarım ürünleri, maden ürünleri, dokuma, oyuncak sanayi, pet rol, çeşitli makinelerden oluşmaktadır.



-Tanrı Dağları, Büyük Hingan dağları, Üstün dağları Karanlık Dağları ve Himalaya Dağları, Taklamakan çölü ve Pamir platosu da bu bölgede yer alır.

-Kara sınırı komşusu en fazla olan ülkedir.

-Dünya' da yüzölçümü bakımından Rusya ve Kazakistan' dan sonra 3. sırada yer alır

-Sarıırmak ve gökırmak önemli akarsularıdır.

-Yüzey şekillerindeki çeşitliliğe bağlı olarak çok çeşitli iklimler görülür. Muson iklimi, karasal iklim ve çöl ikilimidir.

-Çin dünya nüfusunun 1/4 'üne sahiptir (Dünyanın en kalabalık ülkesi). Ülke son yıllarda nüfus artışını önleyici tedbirler almaya başlamıştır.

-Çin'de ekonomi büyük ölçüde devletin kontrolündedir.

-Pirinç, pamuk, mısır, çay, buğday, şeker kamışı, şeker parçan, keten, kauçuk, jüt Turunçgil başlıca tarım ürünleridir.

-Dünya pirinç üretiminde ve tavukçulukta 1. dir.

-Ülke yeraltı kaynakları bakımından çok zengindir. Dünya kömür üretiminde, petrol ve doğalgaz rezervleri bakımından da dünyanın önde gelen ülkelerindendir.

-Elektrik enerjisi üretiminde dünyada 3. sıradadır.

Nüfusun yaklaşık % 80’i kırsal alanlarda yaşar. Yaklaşık olarak % 70’i de tarım ve hayvancılıkla uğraşır.

-En önemli maden kaynağı kömürdür.

-Son yıllarda sanayi alanında önemli gelişme

içerisindedir.(Pamuklu ve ipekli dokuma, demir çelik,

silah sanayi ve makine yapımı)

Ülkenin % 62,7 Tarım'da, madende ve balıkçılıkta

% 23,5 inşaat ve sanayide

% 13,8 hizmet sektöründe çalışmaktadır.

Yüzölçümü: 9.560.980 km2

Nüfusu: 1.200.000.000 kişidir. (1.2 milyar)

Başkent: PEKİN

Yunanistan ve Terörizm

YUNANİSTAN VE TERÖRİZM

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde teröre ilişkin sorunların 1980'lerin başından itibaren yoğun olarak dile getirilmekte olduğu görülmektedir. Başlangıçta siyasi düşünce suçlusu olduğu ve Türkiye'deki baskı ve ihlallerden dolayı kaçmak zorunda kaldıklarına inanılan terör örgütü üyelerine gösterilen ilgi ve desteğin sınırlı olduğu, fakat ilerleyen dönemde bu desteğin giderek arttığı görülmüştür. Bu destek, önceleri mülteci kampları oluşturmak yönünde iken, sonra bu kampların birer teorik ve askeri eğitim kamplarına dönüşmesine, ülke genelinde örgütlenme ve eylem hazırlıkları için gerekli lojistik, finansal, siyasal desteğin sağlanmasına değin genişlediği görülmüştür. Özellikle sol siyasi örgütlenmelere verilen desteğin ilerleyen dönemlerde PKK terör örgütüne de sağlanmış olduğu görülmektedir.

Türkiye 1970-80 sürecinde yoğunlukla iç siyasasında karşılaşmış olduğu terör hareketleriyle mücadelesini sürdürürken 1980'lerin ilk yıllarından itibaren bunların yanı sıra Türkiye'den toprak talebinde bulunan ayrılıkçı örgütlerin şiddet eylemleriyle karşılaşmaya başlamıştır. Önce ASALA ve daha sonra PKK terör örgütleri Türkiye içinde oldukları kadar Türkiye dışında da Türkiye karşıtı şiddet eylemlerini yürütmüşlerdir.

Türkiye’ye yönelik terör eylemleri dikkatle incelendiğinde bu örgütlerin eylemlerini herhangi bir dış desteğe bağlı olmaksızın sürdürebilmelerinin mümkün olmadığı görülmektedir. 1970’li yıllar ve sonrasında Türkiye’deki çeşitli siyasal görüşlere sahip olmakla birlikte eylem biçimi olarak silahlı mücadeleyi seçmiş olan örgütlerin bu eylemleri gerçekleştirmek için gereksinim duydukları insan faktörü bir yana bırakılırsa silah, mühimmat, eğitim, para ve diğer kaynaklarını bir dış destek olmaksızın kolaylıkla elde edebilmeleri mümkün değildir. Nitekim uzun yıllar terörün iç desteklerine yönelik olarak yürütülen mücadeleler dış bağlantıların da ele alınması gereğini ortaya çıkarmıştır. Türk–Yunan ilişkilerinde terör ve terör örgütlerine sağlanan kolaylıklar özellikle önemlidir. Bu durum Türkiye ve Yunanistan arasında hem kara hem de deniz sınırlarının bulunmasından dolayı terör örgütlerinin bu coğrafi kolaylıklardan Türkiye karşıtı eylemlerde yararlanmalarına olanak sağlamaktadır. Nitekim daha 1980’lerde Ermeni ve Kürt terör örgütlerinin Yunanistan’da örgütlenmeye ve burada temsilcilikler kurmaya başladıkları görülmüş ve bu durum iki ülke yetkilileri arasında bu dönemde sürdürülen görüşmeler sırasında dile getirilmiştir .

PKK terör örgütünün bir yandan güneydoğuda silahlı eylemlerde bulunurken diğer yandan komşu ülkelerde lojistik ve siyasi örgütlenmeler içerisine girerek destek arayışlarını sürdürmesinin açık örneklerine sıklıkla rastlamak mümkün; Örneğin 1 Mayıs 1998 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yer alan bir habere göre PKK Atina'da resmi bürosunu açmış ve açılışa Yunan Parlamentosu'ndan da temsilciler katılmıştır.

BİYOÇEŞİTLİLİK

BİYOÇEŞİTLİLİK

Canlıların okyanusların dibinden atmosferde yükselebildikleri en yüksek seviyeye kadar olan bölüme biyosfer denir. Biyosfer kelimesi "canlı küre"anlamına gelmektedir. Canlılar toprak yüzeyinden birkaç metre aşağıya kadar olan kısımlarda yaşamaktalarsa da insanoğlunun beşeri etkileri bu derinliği yüzlerce metreye kadar indirmiştir.

Atmosferde ise kuş ve mikro organizmaların yüzlerce metre yükseğe kadar çıkmaları biyosferin, yerin üzerinde ve altında geniş bir katman halinde uzanmasını sağlar. Yerde yaşayan kara hayvanları için biyosfer 6500-6800 m, yeşil bitkiler için 6200 m, yüksekliğe kadar çıkabilir. Denizin altında 5000 m derinlikte canlıların yaşadığı saptandığından bu da biyosferin alt sınırını oluşturur. Biyosferin toplam kalınlığı yaklaşık 16 kmye ulaşır.

BİYOM: Biyosferin aynı iklim koşullarının ve aynı bitki örtüsünün egemen olduğu çok geniş bölümlerini belirten çevrebilim terimi.

Her biyomda, egemen bitki örtüsü, o biyoma özgü bir dizi hayvan topluluğunu barındırır. Her biyomun biyotası (bitkileri ve hayvanları), doğanın her yanında benzer özellikler taşır. Biyomlar, yaşam çevresi denilen içinde özel organizmaların yaşadıkları daha küçük birimlerden oluşurlar.

Örneğin Ekvatoral iklim kuşağının bitki örtüsü ekvatoral yağmur ormanlarıdır.Bu ormanlarda yalnızca bu alana özgü fil, şempanze,leopar ve adı saymakla bitmeyecek kadar çok sayıda böcek türü yaşar. Yani ekvatoral yağmur ormanları kendi başına bir biyom oluşturmaktadır.

HABİTAT :Bir bitkinin veya hayvanın doğal olarak bulunduğu, yetişebildiği ve yaşayabildiği ortama habitat denilmektedir. Bu alan yeryüzünün herhangi bir yeri olabileceği gibi, bir insanın midesi de habitat olabilir.

Örneğin, Köyceğiz gölü çevresinde taban suyunun yüksek olduğu yerler, sığla ağacının yetişebilmesi için ayrı bir ortam oluşturur. Bu alan sığla habitatıdır.
coğrafi şartlar biyomların belirlenmesinde temel etken olmuştur.Bu etkenler içerisinde en önemlisi iklim şartları olarak kendini gösterir.

Bölgedeki iklim şartlarının etkisi toprak bitki örtüsü yaşam koşullarını belirlemiş bu bölgedeki canlıların yaşam alanları için bir sınır oluşturmuştur.Örnek vermek gerekirse tundra kutba yakın bölgelerde görülen bir biyom alanıdır ve bu bölgedeki iklim şartları coğrafi koşullar toprak bitki örtüsü özellikleri sadece bu bölgede yaşayabilecek canlıları karşımıza çıkartır.

Tundra biyom alanında yetişen bir bitki yada yaşayan bir hayvan türünü çöl biyomunda yaşatmak yada yetiştirmek pekde mümkün değildir.Bunun için canlı yada bitkinin yapısında değişiklikler olması yada bu değişikliklere açık olması gerekir.Aksi takdirde o bitki yada canlılar bölgeye uyum sağlayamayarak yok olacaktır.

Sonuç olarak; benzer bitki ve hayvan türlerini barındıran bölgelere Biyom denir.

Biyomlar içerisinde daha dar kapsamlı sadece o bölgede bir bitkinin yada hayvanın yaşamasına olanak sağlayan alanlar ise Habidat alanını oluşturur.

Örnek:Akdeniz iklim bölgesi bir biyom alanı olabilir ancak Akdeniz iklim bölgesi içerisinde sadece Köyceğiz dolaylarında yetişme koşulları bulan Sığla Ağacı için o bölge bir habidat alanı oluşturur.

DÜNYADA ÖNEMLİ BİYOM ALANLARI VE ÖZELLİKLERİ

Tropikal yağmur ormanları: Bu ormanlar yeryüzünün en çok yağmur alan Ekvator kuşağının 20°kuzeyi ve güneyi arasında kalır. Bu alanlarda hava daima sıcak ve nemlidir.

Amazon Havzası en geniş tropikal yağmur ormanlarının bulunduğu alandır. Afrika’da Gine Körfezi’nden iç bölgelere ve Kongo Havzasına doğru uzanır. Güneydoğu Asya ve Avustralya’da da bu tür ormanlar yer yer vardır. Tropikal yağmur ormanları geniş yapraklı yapraklarını dökmeyen vb. çok sayıda yüksek ağacı barındırır. Buradaki ağaçların boyları 70 m’ye kadar uzayabilmektedir. Yüksek ağaçların üst kısımları tırmanıcı bitkilerle kaplı olduğundan güneş ışınları ormanın alt kısımlarına fazla ulaşamaz. Bu nedenle alt kısımdaki loş ortamda otsu ve alçak boylu bitkiler yaşar.
Devamlı yeşil kalan bu ormanlar, hayvan varlığı bakımından da zengindir. Çeşitli fil, orangutan, şempanze, maymun türleri, karıncalar, kertenkele, domuz, kurbağalar, antilop, kaplan, leopar, jaguar, yılan, papağan türleri, cennet kuşları, çok sayıda sürüngen, kuş ve böcek türü burada yaşar.

Genel olarak bütün yağmur ormanlarının katmanları:
1.Üst Katman: 50 metreden yüksek ışık istekleri fazla olan ağaçlardan oluşur. Bu katmanda avcı kuşlar ve kartallar barınır.

2.Çatı Katmanı: Yerden 30-40m.yukarıda üst katmandan 10-15m.aşağıda yer alan bu katmanda ağaç dalları ve sarmaşıkların birbirine geçmesiyle aşağılara gölge yapar. Güneş ışının yoğun olması nedeniyle canlıların çoğu bu katmanda yaşar.

3.Alt Katman: Daha az ışık alan bu katmanda daha genç ve küçük ağaçlar yer alır. Birçok bitki için uygun bir ortam sağlar. Bu katmanda Palmiye gibi küçük ağaçlar yetişir. Bodur ağaçların ve çalıların yaşadığı bu katmandaki canlıların gelişimi yukarılardan aşağıya inebilen güneş ışığı miktarına bağlıdır.

4.Ot Katmanı: Ormanın tabanında eğrelti otları ve diğer otların yaşadığı ve dökülmüş yapraklardan oluşan bu katman yerde yaşayan canlılar ve böcekler için uygun ortamı sağlar.

Tropikal yağmur ormanları dünya topraklarının %10 unundan daha az yer kaplamasına rağmen bitki ve hayvan türlerinin %50–70 ini barındırır. Bitki gelişimini olumsuz etkileyecek soğuk ve kurak dönem olmadığı için tür sayısı fazladır.

Kara biyomlarında biokütlesi ve bitki ve hayvan çeşidi ve sayısı bakımından en zengin biyomdur. 10 km² lik bu ormanda;15.000 çiçek türü,400 kuş türü,60 kurbağa türü, 4.000 böcek türü, 750 ağaç türü, 100 sürüngen türü bulunur.


Savan:
Tropikal iklim bölgelerinde uzun boylu otlarla birlikte seyrek ağaç ve çalıların görüldüğü otlaklardır. Afrika’da, Avustralya’da ve Brezilya’nın güneyinde görülür. Çok çeşitli sayıda ve büyüklükte hayvanların yaşadığı ve beslendiği alanlardır.


Çeşitli çiçek ve böcek türleri, çayır köpekleri, Afrika vahşi köpeği, bizon, sırtlan, çakal, antilop, zebra, zürafa, babun, aslan, çıta, firavun faresi, deve kuşu, timsah, geyik, karaca, antilop, fil, yabani at ve eşek gibi otçullar ile etçil yırtıcıların iç içe bulunduğu bir yaşama alanıdır.

Savanlarda çıkan yangınlar çok büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Yangına uğrayan alanda otsu bitkiler yeniden gelişme imkânı bulsa da ağaç türleri yok olmakta ve savanlar sadece otların yetiştiği alanlar haline gelmektedir.

Çöl: Bitki örtüsünün hiç bulunmadığı ya da çok seyrek olduğu aşırı kurak alanlardır. Çöllerde belli bir yağış mevsimi yoktur. Ara sıra kısa süren sağanak yağmurlar düşer. Bazen üst üste birkaç yıl yağmur yağdığı veya ardından yıllarca yağmur yağmayabilir. Bu nedenle organik madde üretiminin en düşük olduğu alanlar çöllerdir. İklim şartlarına göre aşırı düşük sıcaklığa sahip olan alanlara Soğuk çöl, kurak ve yüksek sıcaklıktaki alanlara da Sıcak çöl denilmektedir.



Sıcak çöller dönenceler arasında yaygındır. Kuzey Afrika’da Sahra Çölü, Orta Asya’da Gobi ve Tarım Çölleri, Arabistan Çölleri, Büyük Hint Çölü, Büyük Avustralya Çölü en bilinenleridir.

Sıcak çöllerde suyun azlığı bitki ve hayvanlar için sorundur. Bu nedenle çöl bitkilerinin bir kısmı suyu bulduğu zaman onu en yüksek düzeyde kullanarak kısa sürede filizlenir, meyve verir ve tohum saçar, tohumlar da su buluncaya kadar bekler. Bazı bitkilerin su kaybını en aza indirmek için toprak üstündeki bölümleri çok küçüktür. Kaktüslerin suyu tutan gövdeleri vardır.

Bitkiler kuraklığın belirgin olduğu yerlerde daha fazla su kazanmak ve terlemeyi azaltmak için şu özellikleri gelişmiştir.

1-Bitkilerin kök sistemleri gelişmiştir.

2-Gövde bodur dallar kısadır.

3-Yaprak yüzeyleri kadife gibi tüylerle kaplıdır.

4-Yaprak zarları kalındır.

5-Bitkinin gövde dal ya da yaprakları dikenlidir.

Çöl hayvanları da susuzluğa dayanıklı hayvanlardır. Ayrıca birçok çöl hayvanının rengi diğer bölge hayvanlarına göre daha açıktır. Birçok çöl hayvanı bitkilerde olduğu gibi suyu depolayarak ya da kaktüslerde depolanan sudan temin eder.

Deve, çöl antilobu, kertenkele, örümcek, yarasa, yer sincabı, akbaba, yılan, karınca, akrep, çöl tilkisi, çöl kurbağası, bazı ve böcek ve kuş türleri yaşayan hayvanlardır. Çöllerde yeraltı sularının bulunduğu yerlerde Vaha denilen bölgeler bulunur.

ILIMAN ÇAYIRLAR ( Step, çayır, preriler):
Yağışların çölleşmeye neden olmadığı, ancak orman yetişmesi için de yetersiz olduğu alanlarda otlaklar oluşmuştur. Otlaklar toprak üstü örtüsü olarak toprağı korur, suyu tutar, kaynak sularını toplar, kirli havayı temizler, yaban hayvanlarına barınma imkânı sağlar, otçul hayvanlara beslenme imkânı sağlar.

Stepler yazları sıcak ve kurak iklim bölgelerinde ağaçsız kısa boylu otların yetiştiği otlaklardır. Buradaki bitkiler rüzgâra karşı ayakta kalabilmek için kümeler halinde gelişirler.

Ülkemizde İç Anadolu ve Trakya’da yaygındır. Steplerde, koyun, deve gibi hayvanlar otlatılır. Yer faresi, kör fare, tarla sincabı, yer sincabı gibi canlılar ile bıldırcın, serçe gibi kuş türleri de steplerde yaşar. Aşırı otlatma ve yanlış otlatma steplere büyük zarar verir. Ayrıca bazı kemirgenler de steplerin düşmanlarındandır.Çayır bölgelerinde lama, bizon, antilop, geyik, kanguru, bufalo, yabani at, zebra, fil, yırtıcı kuşlar vb. yaşar.

Tundra: Kutuplar gibi soğuk, rüzgârlı ve az yağışlı bölgelerdeki bitki örtüsüne Tundra denir. Kuzey Yarı Kürede Kuzey Buz Denizi ile Kutup Dairesi arasında yani kutup bölgelerine yerleşmiş biyomlardır.

Tundralarda buzullar etkili olur, yılın sadece 3 ayı buzsuz geçer ve gün içindeki en yüksek sıcaklık bile 10°C den azdır. Toprağın buzlu yapısı sıcak mevsimlerde 30–40 cm derinliğe kadar çözünebilir. Bu zamanda da ortalık çamur deryası haline gelir.

Tundralarda toprak çoğunlukla donmuş olduğundan bitki türleri bakımından fakir, ağaç yetişmesine uygun değildir. Tundralarda rüzgâra ve soğuğa dayanıklı kara yosunu, ot, bodur çalılar ve likenler yaşar.

Tundralardaki hayvan türleri de sınırlıdır. Ren Geyiği, Misk Öküzü, Yer faresi, Kutup tilkisi, Boz ayı, kutup ayısı, Karibu, Palyaço ördek, birkaç kuş ve böcek türüne rastlanır.Tundralarda kar kuşları, kar kazları ve baykuşlar bulunur. Ayrıca çok sayıda böcek türü ve nadir olarak kurbağa ve sürüngenler vardır.

Çalılık: Çeşitli çalı ve bodur ağaçlardan oluşan bitkilere sahiptir. Çakal, yaban koyunu, keçi tavşan, kurt, çalı kuşu, tilki, puma, kokarca, böcek ve kuş türleri bulunur.

İğne Yapraklı Ormanlar: Kutuplara göre daha az soğuk ve kısmen yağışlı bölgelerde kozalaklı ağaç ormanları biyomu başlar.

Sibirya, İskandinavya, Kanada gibi soğuk yerlerden başlayıp, Akdeniz’e kadar inen çam ormanları (sarıçam, karaçam, ladin, köknar, huş, K.Amerika’da sekoya sediri, köknar, sedir gibi reçineli ve soğuğa dayanıklı ağaçlardan oluşan ve Sibirya boyunca Tayga adı verilen ormanlar) bu biyoma girer. Bu türe İğne yapraklı ormanda denir.

Çevresi genellikle karla kaplı olan bu kuşakta geyik, kar tavşanı, kurt, şahin ve baykuş, samur, vizon, vaşak, kunduz, kartal, baykuş, çeşitli kuş ve böcek türleri gibi hayvanlar yaşar.

Deniz Biyomları: Bitkisel planktonlar.Balık türleri,midye,yengeç,ahtapot,deniz anası,deniz yıldızı,

Tatlı su biyomları:Saz ,kamış,nilüfer gibi bitkiler.Balıklar,kurbağalar,solucanlar,

Kutuplar: Soğuk çöller Antarktika ve Gröndland’da bulunur. Buzlarla kaplı olduğu için yağış alan kıyı kesimleri dışındaki yerlerde yaşam pek mümkün değildir.

Genel olarak yer buzullarla kaplı olduğu için bitki örtüsü yoktur. Yağış alan bölgelerde ise buzlar eridikten sonra bitkiler ortaya çıkar.

Buralarda yaşayan kutup tilkisi, penguen, fok, kutup ayısı ve bazı kuşlar besinini denizden sağlarlar.

BİYOLOJİK ZENGİNLİĞİN ÖNEMİ:

1-) Doğal dengeyi sağlamadaki(çevreyle ilgili önemi) önemi; Yeryüzünün sağlığı konusunda tartışılmayacak tek gösterge biyoçeşitliliktir. Biyoçeşitlilik, yaşamın devamını sağlayan ekolojik dengenin temel öğesidir.

Bitkilerin besin zincirinin ilk halkasını oluşturmaları hayvanlara besin olmaları ve insanların onları çok değişik amaçlarla kullanmaları yanında dünya atmosferinde oksijen ve CO2 dengesini sağlamaları, yani bir Oksijen üretici olmaları açısından vazgeçilemez canlılardır. Ayrıca ekosistem içinde canlıların hepsinin kendine göre bir görevleri vardır.

Böcekler, bitkilerin tozlaşmasını sağlayarak bitki yaşamının devamlılığı ve çeşitliliğine olanak vermekte ve ekosistemin devamlılığını sağlamaktadır. Yine böceklerin önemli bir kısmı, organik maddelerin ayrışmasını ve tekrar toprağa kazandırılmasını sağlamakta adeta doğada birer gönüllü temizlik işçisi gibi çalışmaktadır. Bu etkileşim içinde canlı türlerinden herhangi birine verilecek zarar bütün sisteme zarar vermekte ve doğadaki yaşam dengesini bozabilmektedir.

Biyolojik çeşitlilik, çevrenin sağlıklı olmasını sağlayan bu çevreyle ilgili hizmetlerin bazıları şunlardır:

1. Doğadaki oksijen ve karbondioksit döngüsünün ve besin zincirinin devamlılığının sağlanması

2. ve hayvanlar arasındaki enerji alışverişinin sağlaması da önemlidir.

3. Böcek ve zararlı hayvanların biyolojik kontrolü,

4. Bitki çiçeklerinin tozlaşması ve meyve tutması,

5. Su ve toprak korunması,

6. Su ve mineral döngüsünün sağlanması,

7. Doğal geri dönüşüm ve atıkların ayrışması gibi pek çok çevreyle ilgili hizmetleri de

8. yerine getirmektedir.

2-) Toplumsal ve ekonomik kalkınmadaki önemi; ABD buğdaylarına bulaşan pas hastalığı, Anadolu’dan getirttirilen yabani form buğday genleriyle ortadan kaldırılmış ve bu yolla ABD buğday üretimine yılda 50 milyon dolarlık katkı sağlamıştır.

Özellikle bitkilerden çeşitli maddeler (sanayi yağları, boyalar vb.) elde edilmektedir. İleride oluşacak yağ açıkları yeni yağ bitkilerinin bulunuşu ile karşılanabilir. Bazı türler de kuşlar, balıklar, sürüngenler gibi hayvanların gıda kaynağı durumundadır.

İnsanlar, ilk çağlardan günümüze kadar hayvanları avlayarak, evcilleştirerek gıda kaynağı olarak, taşımacılıkta, giyimde ve tıpta kobay amaçlı kullanmışlardır. Yine kültüre alınan hayvanların yabani akrabaları, hayvan ıslahında kullanılmaktadır.

Böceklere bakıldığında 1.200.000 böcek türünden, ancak 750 tür kültür bitkilerinde zararlı olmaktadır. Geri kalan türler bizim için faydalı türlerdir. Bunlardan bazıları tarımda zararlı türlerin üzerinde beslenerek bu türlerin savaşımında kullanılmaktadır. Bitkilerin büyük çoğunluğu tozlaşma için böceklere gereksinim duymaktadır.

3-) Bilimsel araştırmalar ve sağlık açısından önemi;
Bugün hiç önemsenmeyen ve hiç tanınmayan küçücük bir bitki geleceğin en amansız hastalığını yenecek ilacın hammaddesi olabilir. Mikroorganizmalar 3000’den çok antibiyotiğin kaynağıdır. Bitkisel kökenli ilaçların yalnız ABD’deki günlük değeri 20 milyar doların üzerindedir.

Dünyada yaşayan bitki türlerinden en iyimser bir tahminle ancak % 10 ‘unun insanların ne gibi işlerine yarayabileceği bilinmektedir. Geri kalanı hakkında bilgimiz yoktur. Henüz hakkında bilgi sahibi olmadığımız bir türün ortadan kalkması, onun genetik yapısının, bilgisinin dünya yüzünden silinmesine yol açacak ve böylece insanlık belki de önemli bir hastalığın tedavi fırsatını kaybedilecektir.
4-) Canlıların beslenmesi açısından önemi; Çünkü: Geleceğin besinleri genetik çeşitliliğin ambarında saklıdır. Bugün sadece buğday için yapılacak ekonomik savaşların en etkili silahı, biyolojik çeşitlilik olarak kabul edilmektedir. Günümüzde 15 bitki türü, dünya nüfusunun %90’ını beslemektedir. Buğday, pirinç ve mısır dünya tahıl üretiminin 2/3’ünü oluşturmaktadır.

5-) Görsel güzellik açısından önemi;
Estetik açıdan doğadaki çeşitlilik insan kültürüne renk ve çeşni katmaktadır. Kişilerin yaratma güçleri etrafındaki canlı ve cansız varlıkların çeşitliliği ile orantılı olarak artmaktadır. Örneğin biyolojik çeşitlilik açısından zengin bir yörede (orman’da) yaşayan bir kişinin yaratıcılığı, aynı açıdan fakir bir yerde (çöl’de) yaşayana göre daha fazladır.

Canlıların Yeryüzünde Dağılışını Etkileyen Faktörler

Canlıların Yeryüzünde Dağılışını Etkileyen Faktörler

A- DOĞAL FAKTÖRLER:

1-İKLİM: iklim şartları, sıcaklık, yağış, güneşlenme süresi, rüzgârlar, nemlilik gibi elemanların gösterdiği özellikleri ile etki eder.

a- Sıcaklık: Her bitki türünün ideal şartlarda gelişebileceği veya uyum sağlayabileceği bir sıcaklık ortamına ihtiyaç vardır. Sıcaklığın çok düşük olduğu veya yetersiz olduğu yerlerde veya da çok aşırı olduğu yerlerde bitkiler yetişemez. İdeal sıcaklık şartlarının dışına çıkıldığında bitki türleri değişerek yerini diğer türlere bırakır. Ayrıca bitkilerin don olayına dayanıklı olup olmamaları da önemli etkidir. Birçok bitki türü için sınırlayıcı en alt ve en üst sıcaklıklar 40º C ile - 40º C arasıdır. 8ºC sıcaklık büyüme dönemi başlangıcı için gerekli sıcaklıktır.

Her bitkinin de sıcaklık isteği ve soğuğa karşı dayanıklılığı farklıdır. Bu özellik bitkilerin sıcaklık kuşaklarına göre dağılımına neden olur.

Belli bir yükseltiden (bitki örtüsü üst sınırı) ve belli enlemlerde (enlem sınırı) sonra bütün bitkilerin ortadan kalkması da sıcaklığın bitki örtüsünün dağılışına etkisidir. Doğal bitki örtüsünün ekvator ile kutuplar arasında geniş ve iğne yapraklılar şeklinde kuşaklar oluşturmaları (enlemin sıcaklığa etkisi) ve bir dağ yamacı üzerinde aynı tür basamaklar oluşturmaları (yükseltinin sıcaklığa etkisine) örnektir.

Bitki türlerinin geniş ya da iğne yapraklı (reçineli) olmaları sıcaklık şartlarına bağlıdır. Yeryüzünde bol sıcaklık ve nem şartlarının görüldüğü ekvatoral bölgede en kısa sürede en gür bitkiler yetişmektedir.
Bitkilerin hayatlarını sürdürebilmeleri su ihtiyaçlarını karşılamalarıyla ilişkilidir. Bitkiler ihtiyacı olan suyu yağış, hava ve toprak neminden elde eder.


b- Nemlilik ve Yağış:
Bitki örtüsü dağılışı yağış dağılışına paralellik sunar. Yağışın çok olduğu yerlerde gür ormanlar yer alırken, azaldığı yerlerde orman seyrelir, daha azalınca yerini bozkır alır. Su miktarı belli bir oranın altına düşünce bitkilerin yaşamsal faaliyetleri sona erer.

Yağışların düzenli olmadığı ve miktarının 250 mm nin altında indiği alanlarda(çöllerde) yüzey ya tamamen çıplak ya da kuraklığa aşırı derecede dayanıklı bitkiler kaktüs ve çalılıklarla kaplıdır. Sıcaklığın bütün yıl 0 derecenin altında kaldığı ve bitkilerin topraktan su almadığı yerlerde soğuk buz çölleri ise hiçbir bitki görülmez.

Yağışın miktarı kadar rejimi de önemlidir. Yağışın düzenli olduğu iklim kuşaklarında(Ekvatoral, ılıman okyanus, Karadeniz iklimi) gür orman örtüsünün geliştiği gözlenir. Yağışların belli mevsimlerde toplandığı yılın bazı mevsimlerindeki kuraklığın belirgin olduğu iklim kuşaklarında ise otsu bitkiler ya da kurakçıl ağaçlar yaygınlaşır.

Örnek: Aynı miktarda yağış alan Akdeniz ve Karadeniz kıyılarında farklı ormanlar görülür.

Genel olarak sıcaklığın fazla yağışın çok olduğu alanlarda canlı türleri daha fazladır. Hayvanların dağılımı da bitkilere uygundur.

2- YERŞEKİLLERİ: Dağ kuşakları boyunca yükselti, bakı eğim, dağların uzanışı, arazinin yarılma durumu, drenaj durumu v.b. yatay ve dikey doğrultuda değişmesi farklı yerel şartların oluşmasına neden olarak farklı özellikte bitkilerin yetişmesine ortam hazırlamaktadır.

a- Yükselti: Yükselti yağışın artmasına, sıcaklığın azalmasına neden olur. Bu yüzden sıcaklık ve su isteği farklı olan bitkiler dağlar boyunca yükseltiye göre basamaklar oluşturur. Yükseklere doğru çıkıldıkça yüksek enlemlere doğru gidiliyormuşçasına bitki örtüsü değişmektedir. Yani yüksek enlemlerin bitki örtüleri alçak enlemlerin yüksek sahalarında yaşam alanı bulabilmektedir. Not: Yüksekliğin 100m artması, yaklaşık ekvatordan 100 km uzaklaşmaya denk gelmektedir.


Örnek: Kuzey Anadolu dağlarında 1000- 1200 m’ ye kadar geniş yapraklı ormanlar, 1000- 1500 m arası karışık ormanlar, 1500 m den sonra iğne yapraklı ormanlar, 2000 m den sonra ise alpin çayırların yer alamsı yükselti sonucudur. Toroslarda 1000m’ye kadar, kuraklık isteyen Kızılçam ormanları yetişirken, daha sonra soğuğa dayanıklı sedir ormanları görülmesi de buna örnektir.

b- Bakı: Dağlık sahalarda dağların kuzeye ve güneye bakan yamaçları ile denize ve içeri bakan yamaçları farklı sıcaklık ve yağış şartları oluşturur. Buna bağlı olarak kuzeyde sıcaklık isteği az olanlar, güneyde sıcak ve güneş ışığını seven bitkiler, denize bakan yamaçlarda gür ormanlar ve yağışı seven bitkiler, içeri bakan yamaçlarda ormanların seyrelmesi ve daha çokta kuraklığa dayanıklı bitkilerin yer alması bakıyla ilgilidir.


3-TOPRAK: Bitki ve hayvanlar yaşamak için toprağa ihtiyaç duyarlar. Toprağın fiziksel yapısı ve kimyasal özellikleri nem ve sıcaklık durumu canlılar için önemlidir. Bazı bitkileri beslenme ve kök gelişimi için özel toprak isterler. Bazıları kireçli, bazıları yumuşak kumlu, bazıları volkanik toprakları severler. Bazen de erozyonla üstteki toprağın aşınması sonucu ana kaya ya da ofiyolitlerin yüzeye çıkması bitkilerin yetişmemesine neden olur. Tuzlu topraklarda Fıstık çamı ve sarıçam yetişmez, bunlar kumlu topraklarda yetişir. Örnek, Tuz gölü çevresi tuzlu topraklarda - deniz kıyısındaki bitki türleri yetişebilmektedir.Tuzlu topraklarda yetişen bitkiler diğer topraklarda da yetişmemektedir.

B-BİYOLOJİK FAKTÖRLER:

1-İNSAN: İnsanların endüstriyel ve tarımsal etkinlikleri başta olmak üzere çeşitli faaliyetleri olumsuz sonuçlar doğurmakta, bitki ve hayvan dağılımını etkileyerek bitki dağılım kompozisyonunu değiştirmektedir. Hatta birçok canlının yok olması ve neslinin tükenmesine de neden olmaktadır. İnsanların yaptığı olumsuz etkilerin en önemlilerinden biri de orman tahribatıdır. Nüfus arştı ve şehirleşme de önemli etkiye sahip sonuçlar doğurmaktadır.

Tür kayıpları günümüzde geçmiş e nazaran 1000 ile 10.000 kat arası artmıştır. Ülkemizde kurulan medeniyetler Anadolu’da sürekli aşırı kullanma ile ormanları ve bazı diğer bitki örtülerini çok tahrip etmiştirler. Bunun sonucu olarak Akdeniz’de kızılçam ormanlarının yerini çalı toplulukları almış, İç ve Doğu Anadolu ormanlarının yerini bozkırlar almıştır. Orman sahalarının yol yapımı, sanayi hizmetine açılması, yerleşme alanlarına dönüştürülmesi ile bitki örtüleri yok olmaktadır. Ülkemizin % 73 ‘ü orman olması gerekirken bu alanların oranı tahriple % 26 ‘ya inmiştir. Anadolu’da 3000 yıldır orman tahribi vardır.

İç Anadolu’da – Karaçam—tahrip -meşe- tahrip- bozkır. Karadeniz’de -- orman – tahrip- çalı

Akdeniz’de Kızılçam -- “ -- maki -- “ -- garig

Otlak alanlarının aşırı ve erken otlatma nedeniyle bitki kaybı oluşmakta, hayvanların yemediği dikenli türler ortama hâkim olmaktadır.

2- DİĞER CANLILAR: Bitkiler arası rekabet: İnsanların doğal ortama müdahalesi ile ormanlar bozulmakta, fakir ortamda yağış ve sıcaklık isteği az arsız bitkiler ortama hâkim olmakta ve ortamın asıl unsuru bitkiler rekabeti kaybetmektedir.

C-PALEOCOĞRAFYA:

1- KITALARIN KAYMASI: Bitki ve hayvan türleri üzerinde bu günkü şartlar kadar geçmişte yaşanan şartlarda önemlidir. Kıtalarda ve iklimlerde meydana gelen değişiklikler canlıları ve dağılımını ve yaşamını etkilemiştir. Kıtaların kayması sonucu tek kıtadan günümüze kadar kara ve deniz dağılışı önemli şekilde değişmiştir.

Kıtaların yaklaşması veya uzaklaşması bitki ve hayvanların göç etmesine, göç yollarının değişmesine, canlıların birbirleri ile etkileşerek yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.

2-İKLİM DEĞİŞMELERİ: İklim değişmeleri bazı türlerin yok olmasına, bazı türlerin çevreye uyarak günümüze kadar gelmelerine, bazı canlılarında uzak mesafelere göç etmelerine yol açmaktadır. İklim değişmesi sonucu oluşan deniz seviyesi değişiklikleri okyanus habitatlarının yok olmalarına veya azalmalarına, deniz ilerlemeleri ile karaların su altında kalması sonucu kara canlılarının yaşam alanlarının daralmasına neden olmaktadır. Bu değişimden en çok mercan kayalıkları etkilenmiştir.



Kıtaları birbirinden ayıran boğazların su altında kalması veya kara haline geçmesi canlıların göç yollarını da etkilemektedir. Bering Boğazının kara haline gelmesi ile Sibirya’dan K. Amerika’ ya canlı göçü olarak türlerin benzerliği gerçekleşmiştir.


4. Zamanda oluşan iklim değişmeleri bitki örtülerini etkilemiştir. Ülkemize soğuk ve az yağışlı devirde Avrupa ve Sibirya’da yetişen bitkiler Anadolu’da yayılmıştır. Sıcak ve nemli devirde Akdeniz iklim bölgesinde yetişen bitkiler Anadolu’nun kuzeyine kadar ilerlemiştir. Ülkemizdeki çeşitlilik sunan yer şekilleri daha önceden yetişmiş olan bitkilerin tamamen ortadan kalkmasını engellemiştir. Bu bitkilerin korunup günümüze kadar gelmesi açısından özel alanlar oluşturmuşlardır.


Isınan bir dünyada iklimsel aşırılıkların da yaygınlaşacağını, yani kuraklık, orman ve çayır yangını, taşkın ve sıcaklık dalgası gibi olaylarda bir patlama yaşanacağını gösteriyor. Doğal olarak tüm bunlar, hayvan ve bitkilerin doğal yaşam alanlarında değişikliklere yol açacak. Birçok hayvan türünün beslenme düzeni sarsılacak, yaşam alanları daralacak ve yaşamını sürdürebileceği bölgelere büyük göçler yaşanabilecek. Yeni koşullara uyum sağlayamayan çok sayıda bitki, böcek ve kuş türü ortadan kalkacaktır.


Ağaç ve bitki türleri küresel ısınmayla gelen değişik koşullara hemen adapte olamazlar. Örneğin; orta çağ ormanları, iklim değişikliği nedeniyle ciddi risk altındadır. Genç ormanlar yerine yenileri konulabildiği halde, yaşlı ormanların kendilerini yenilemesi veya yaşlı orman varlığının korunması kolay değildir.



Bu etkilenmeler, özellikle buzulların erimesi ile oluşacak deniz seviyesi yükselmeleri nedeniyle kıyı kentleri ile küçük adaların ortadan kalkması, yağış rejimlerinin değişmesi sonucu verimli tarım arazilerinin kuraklaşacaktır. Kıyılara yakın temiz su kaynaklarının denizle birleşmesi, Okyanus akıntılarının durması( buzulların erimesi ile tuzluluğun azalması sonucu yoğunluktan doğan akıntıların), suya bağımlı enerji kıtlığı, orman alanlarının yok olması gibi yaşamsal alanları etkileyecektir. Taşkın, sel vb. gibi olaylar sonucu hastalık oluşturan canlıların taşınması, yeni iklim desenleri, çiftçilerin bir bölümünü, ektikleri tarım bitkilerini değiştirmeye zorlayacaktır.